CHP’ye düşen, ABD’deki satır aralarını okumayı bırakıp kendi işine bakmaktır.
Halkı seferber etmektir…
Katar iki buçuk milyon civarında nüfusu olan küçük bir Körfez ülkesi. Ancak bu nüfusun yaklaşık onda biri yerli halktan; yönetim ve dayandığı aşiretlerden… Gerisi çeşitli kademelerde çalışmak, iş ve hizmet üretmek için Alt Kıtadan, Uzak Doğu’dan, Afrika ve Batı’dan gelip bu ülkeyi mesken tutanlar.
İşte bu küçük ama boyundan büyük işlere girdiği için tepki çeken ve dişi-tırnağı sökülmek istenen Körfez ülkesi bugünlerde Dünya’yı meşgul ediyor. Hatta Suriye’yi bile gölgede bırakacak dozajda gündemde ön alıyor. “Katar’da nasıl bir final olur?” sorusuna yanıt aramadan önce olup bitenlere ve tepkilere bir bakalım.
TRUMP’IN YENİ HAREKET TARZI MI?
1.ABD’de Trump’la birlikte Ortadoğu için yeni bir hareket tarzının geliştirilmek istendiği bazı yönelimlerden yola çıkarak söylenebilir. Ancak yalpalamalar da var. ABD’nin son gelişmelerden önceki Katar’la olan pozisyonu ile şimdiki pozisyonu arasında bir gitgel yaşadığının işaretleri de var. Belki Trump ilk çıkışında Katar’da ABD’nin CENTCOM’una bağlı 10 bin askerin de olduğu bir üssünün olduğunu, birçok konuda bu ülkeyle işbirliği yürüttüğünü unuttu!
Obama’nın aksine anlaşmayı sekteye uğratma pahasına İran’ı köşeye sıkıştırmayı da içeren yeni bir kurgu, yeni bir güç oyunu… Trump’ın Katar krizinden önce Suudi Kralı ve Mısır Devlet Başkanı Sisi ile görüşmesini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. ABD’nin Suudi Arabistan’la büyük silah anlaşmasını da… Katar olayının katmanlı bir olay olduğunu da belirtmek gerekir. Yemen ve Suriye’de uç veren Sünni-Şii vekalet savaşlarının bir başka boyutta Katar’da sahne alması söz konusu. “Teröre arka çıkma ve İhvanseverlik” suçlaması yapıyor S.Arabistan, Mısır, BAE ve Bahreyn birlikte Katar’a karşı.
2.Açıklanan WikiLeaks belgelerinin yeni emperyalist yayılmaya dönüşen Arap Baharı sürecinde oynadığı rolün benzeri şimdi de Katar’a ait olduğu ileri sürülen yazışmaların açıklanmasıyla yineleniyor. Gelinen noktada Trump, Kral Salman ve Sisi oyun kartlarını birlikte yeniden kardılar.
HEM ‘BARIŞ’ İSTEMEK HEM DE ASKER GÖNDERMEK?
3.Katar çok istese de Türkiye’yi arabulucu olarak öneremedi çünkü Erdoğan Türkiyesi’nin eskisi gibi arabuluculuk yapacak konumu kalmadı. Ankara ne Müslüman Kardeşler’i deviren Sisi ile barışık ne de ABD ile uyumlu. Suudilerle görece iyi ilişkisi de şimdi Katar yüzünden sıkıntılı bir sürece girdi. Düşünün; Suudilerin Katar’a bir tek savaş ilan etmediği kaldı ve Türkiye de Katar’a asker gönderiyor, üs kuruyor! Hem bunları yap hem de “barışçı” çabalar adına telefonla ya da yüzyüze görüşmeler yap; oldu mu? O yüzden arabulucu olarak Kuveyt’i önerdi Katar Emiri. Geçmişte savaşan İran ve Irak arasında, Suriye ve İsrail arasında bile arabulucu olarak istenen Türkiye, büyük krizde şimdi Katar’la yapışık pozisyonda!
MESELENİN İRAN BOYUTU
Türkiye için bir başka sıkıntılı duruş da Katar krizinde İran’la aynı safta yer alması ki bu da Arap ülkelerini ayrıca irite eden bir pozisyon anlamına geliyor.
Bu noktada İran’a ayrı bir parantez açmak gerekiyor. ABD’nin İran’ın Irak ve Suriye’de aldığı inisiyatif öyle gözüküyor ki Trump’ı rahatsız etmiş. Bu bağlamda İran’ın geriletilmesi, sınırlarına çekilmesi, hatta ayağını denk alması için düğmeye basılmış demek ki bir yerlerde. Katar’a ablukayı bu açıdan da okumak şart ve Katar kriziyle eş zamanlı olarak İran Meclisi ve Humeyni türbesine yaplan terör saldırılarını ve Suriye’de Esad yanlısı Şii milislere dönük son ABD saldırılarını da bu süreçten ayrı düşünmemeli.
“İran”, Katar krizinin göbeğinde dersek abartmış olmayacağımız kanaatimi güçlendirecek bir boyut daha var; o da ekonomik… Suudiler, Basra Körfezi’ndeki zengin doğalgaz yataklarının Katar-İran işbirliğiyle değerlendirilmesinden endişeliler. Bu Katar’n daha da zenginleşmesi ve İran’a nefes borusu demek ve o açıdan bakıldığında da çok rahatsızlar bundan. Yani Suudiler ve İran arasında mezhepsel bir fay hattının yanında ciddi ekonomik rekabet de söz konusu.
TRUMPLA BOP’UN YENİ VERSİYONU MU?
4. Bu arada, BM evvelsi gün, Katar’ın yumuşak ve alttan alan yaklaşımlarını dikkate alacak şekilde krizin diplomatik yıllardan aşılması çağrısı yaptı. Trump da yukarıda da değindiğim gibi yalpalayarak önce bir ihtar salladı Katar’a, ardından da “babacan” bir pozisyondan BM çağrısına uyumlu bir açıklamada yaptı. Bir süredir söz edilmez olan Büyük Ortadoğu Projesi Amerikalılarca yeniden farklı bir versiyonla ısıtılıp gündeme getirilebilir. Bu bağlamda projeye uygun yeni müttefikler, yeni adımlar söz konusu olabilir.
KATAR’DA SORUNUN ÖZÜ
5.Sorunun özü ne peki, ona bakalım… Suudiler ve diğer Körfez Krallık rejimleri Müslüman Kardeşler’e, Hamas’a destek vermesinden rahatsız oldu Katar’ın. Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetiminin Sisi eliyle ykılması da bu bağlamda onay aldı. Türkiye, daha doğrusu Erdoğan rejimi ise bu noktada pragmatik davranmayarak ideolojik saplantıyla Müslüman Kardeşler’i, yani İhvan’ı tercih etti. Şimdi tartışılan şu; İhvan terör örgütü mü değil mi? “Silahlı gücü yok, demokratik yollardan iktidara gelmeyi amaçlıyor, o yüzden terör örgütü olarak nitelenemez” diyenlere karşı ileri sürülen argüman şu: “Silahlı değil ama iktidara demokrasi içinde gelse de bırakmama eğiliminde, ayrıca demokrasi içinde azınlık olsa da çoğunluğa kendi istediği rejimi dayatma peşinde”.
Tabii, Katar’a ambargo koyan ve bunu başka ülkelere yaymak isteyenler El Cezire’den de çok rahatsız. Otoriter krallıklara karşı İslamın demokratik yollarla iktidara gelmesi stratejisinin propagandasını yaptığı düşünülen -ve böylece İhvan’a da tabii- bu çok izlenen televizyon kanalının susturulma talebi de bu yüzden. S. Arabistan ve Mısır’ın ortak paydası da Katar’ın El Cezire üzerinden İhvan ve Hamas desteği ile (Hamas, Katar kriziyle birlikte pozisyonlarından ve kimi iddialarından geri adım attığını açıkladı yayınladığı yeni siyaset belgesiyle) Suudileri kızdıran anti-Krallık tavrı. Nitekim, Katar’la diplomatik ilişkilerini kesen dörtlünün açıkladığı kişi ve kuruluşlara ilişkin “kara liste” bu çerçevede anlam kazanıyor. Sadece bir ismi zikretmek yeter; İhvan’ın fikir babası ve kurucusu Hasan el-Banna’nın dizinin dibinde yetişen Mısırlı Karadavi ki, üstelik uzun süredir Katar’da yaşıyor.
İHVAN VE ERDOĞAN-AK PARTİ FLÖRTÜ
“Türkiye’deki AK Parti İhvan’la neden bu kadar özdeşleşiyor?” sorusu bu durumda ister istemez önem kazanıyor. Erdoğan’ın “Rabia” işaretini farklı açıklasa da yapması da…
Türkiye’nin başını bölgede belaya sokacak adımları bir iktidar partisi neden atar? Bunun nedeni nedir? Türk askeri olası bir savaşta Katar’da neden ‘şehit’ olsun? Katar’ın Türkiye’de yatırımları pahasına Türkiye Katar’ın bekçiliği mi yapacak? Mehmetçik ‘paralı asker’ midir? Katar krizi çıkar çıkmaz TBMM’de 24. Dönemde komisyondaki tartışmalardan sonra genel kurula getirilmeyeerk rafa kaldırılan Türkiye-Katar arasındaki ikili askeri anlaşmanın şimdi tam da kriz sırasında alelacale genel kurula getirilip onaylanması ne için? Oysa anlaşma ilk söz konusu olduğunda “ortak düşmana” karşı ibaresi varken şimdi askeri üs kurulması yanında Katar jandarmasının eğitimi de söz konusu. Olağanüstü bir abluka ortamında Katar’la bu kadar özdeşleşmek nasıl bir akıldır? Bu noktada akıl değil de ekonomik kaygıların yanında ideolojik saplantılar ve bu temeldeki stratejik işbirliği ağır basıyor demek ki. Katar-Türkiye yakınlaşmasını sadece Erdoğan rejimine sıcak para desteği ve Türkiye’deki yatırımlarla açıklamak eksik kalır. Örneğin, iki yönetim de Suriye’de ÖSO’yu, Mısır’da İhvan’ı destekledi. Katar’ın desteklediği başka gruplar da Ankara’dan destek aldı ve hatta ortak operasyonlardan da söz etmek olası. Ve bütün bunlar Amerikalıların bilgisi hatta yer yer işbirliğiyle gerçekleşti. Öyle ki, Amerikalıların düşman cephede gördüğü Nusra gibi bazı grupların Esad rejimine karşı Katar üzerinden harekatlarına göz yumuldu desek buna kim itiraz edebilir? Oysa şimdi “teröre destek vermekle” suçlanan Katar ve ihtar eden de ABD! Bu da not etmemiz gereken ayrı bir husus. Keza, Suudilerin Suriye’deki pozisyonu da Ankara ve Doha ile aynı değil mi? Suudiler ayrıca teröre varan Selefi aşırılıkları desteklemiyor mu? Kimin eli kimin cebinde belli değil! (Peki hayatiyeti için bu kadar takla attığınız Katar, örneğin KKTC’yi tanır mı? Ak Parti’ye gönül veren ve gözü kapalı ‘reisçi’ olan milyonlar bu konuda ne düşünür?)
ESKİ CIA TÜRKİYE VE ORTADOĞU ŞEFİ SÜRECİ NASIL OKUYOR?
Katar krizinin arka planına iyice girildiğinde Amerikalıların meseleye nasıl yaklaştığını anlamak için bir zamanlar CIA’ın Türkiye ve Ortadoğu’daki patronu Graham Fuller’e dönüp baktığımızda gelişmeler daha iyi anlaşılabilir. Mısır ve S. Arabistan’ın bazı talepleri billurlaşabilir.
Fuller, Türkçeye 15 Temmuz’dan bir ay kadar önce çevrilen “Türkiye ve Arap Baharı” adlı eserinde adeta bugün yaşananları okumuş. “Şu ana kadarki Arap Baharı nedir, ne değildir?” sorusunu soruyor ve şu yanıtı veriyor:
“-İlk olarak Ortadoğu’da bugün temel ideolojik kavga, Batı’da alglandığının aksine, esas itibariyle laiklik ile İslamcılık arasında değildir, her ne kadar bu da ilginç bir konu olsa da.
-Bu kavga, esasen Sünni İslamı ile Şii İslamı arasında bir kavga da değildir.
-Esas kavga bizzat Sünni İslamın kendi içinde bir kavgadır. Hatta bu, beklenebileceği gibi, radikal cihatçı İslam ile muhafazakar Suudi İslamı arasında bir kavga bile değildir.
-Eski ABD Büyükelçisi Chas Freeman’ın formülasyonuyla, asıl kavga ‘demokratik İslamcılık ile Müslüman otokrasinin birbiriyle mücadelesidir.’ Bu güçleri bir yanda -demokratik bir bağlam içinde (hala evrilen) görece ılımlı bir hareket olarak- Müslüman Kardeşler, bir yanda da monarşinin korunmasının ve hatta karşı devrim yoluyla demokratik sürecin geriye sarmasının savunuculuğunu yapan Suudi Arabistan temsil etmektedir.
-Bu sahnedeki ironi, Suudi Arabistan’ın, bu suretle sık sık -daha demokratik bir düzen arayışındaki İhvan ılımlı İslamcılarıyla mücadele etmek üzere radikal cihatçı İslamcılar ile ittifak etmesidir. Böylesi tuhaf bir durum nasıl ortaya çıkmıştır?” (Türkiye ve Arap Baharı, sf.263-264, Graham E. Fuller, 1. Baskı 2016 Haziran, Ankara, Eksi Kitaplar)
Fuller’in kaleme aldığı, belli ki eski istihbarat ve istihbaratı değerlendirme notlarından derlenen söz konusu kitaptan devam edelim:
“Ürdün, Fas ve Yemen’de de, İhvan monarşiye karşı önde gelen legal siyasi muhalefet olup, sürekli daha fazla demokrasi çağrısı yapmaktadır, sonunda seçim sandığından galip çıkacaklarından emindir. İhvan aslında ne Ürdün’de monarşiye son verilmesi çağrısı yapar, ne Fas’ta, ne de Körfaz ülkelerinde. Suudiler de farkındadır ki, Türk AKP Müslüman Kardeşler’e sempatik bakan İslamcı köklerden doğmştur. Dolayısıyla Ankara ile Riyad, Bin Ali ile Mübarek’in devrilmesi konusunda yelpazenin zıt kutuplarında durmaktadırlar; Erdoğan’ın Mübarek’e aceleyle yaptığı -kuvvetli bir İslami dille ifade edilmiş- istifa çağrısı Riyad’ın hiç hoşuna gitmemişti; Riyad’ın aynı derecede hiç hoşuna gitmeyen başka bir şey de Erdoğan’ın daha sonra İhvan hükümetine karşı yapılan askeri darbeyi kınamasıydı. İşleri daha da kötüleştiren başka bir şey de Riyad’ın düzenli olarak İhvan’a karşı (yakın zamana kadar) İslam-dışı bir Batı icadı olduğu gerekçesiyle demokratik sürece ideolojik olarak karşı çıkan Mısır (ve başka yerlerdeki) Selefi ve Vahhabi tarzı fundamentalist İslamcı rakiplerini desteklemesi. (…)
Müslüman Kardeşler’in 2012’de Mısır’da iktidara gelmesiyle Krallık Mısır’ın muazzam stratejik önemi nedeniyle hükümetle temkinli bir şekilde irtbata geçerken, perde arkasında da Mısır ordusuna İhvan’ı devirmeesi için destek vermiştir. Riyad içerde İhvan üyelerinin faaliyetlerini yakından izlemeye başlamış, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’nde uydurma olduğu belli suçlamalarla düzinelerce İhvan faaliyetinin yasal takibata uğramasını desteklemiştir.” (a.g.e. sf.273-274)
ERDOĞAN HİÇ Mİ DERS ALMIYOR?
İnsan merak ediyor doğrusu; Erdoğan ve Ak Parti Suriye’den de mi ders almadı hiç? Erdoğan’ı ikna edecek, sağduyuya yöneltecek, Türkiye’nin orta ve uzun vadedeki çıkarlarını hatırlatacak kimse kalmadı mı Ak Parti’de? Katar Emiri krizin son bulabilmesi için çekilmek zorunda kalırsa ne olacak? Yeni gelen Emir Türkiye ile yapılan askeri anlaşmayı geçersiz ilan ederse Türkiye’nin bu ülkede kurduğu üs ne olacak? Türkiye o zaman açığa düşmeyecek mi? İşte Ak Parti’nin ‘stratejik derinlik’ dediği bu olsa gerek! Ancak bu kadar sığ olunabilir yani.
Şimdi Erdoğan, Suriye’de karşı karşıya geldiği ve vekalet savaşı yürüttüğü İran’la Katar’da ittifak halinde! Suudiler de Ankara’nın pozisyon değiştirmediği takdirde “hedefe” oturtulacağını ima ediyor! Denklem Katar’da fiilen şöyle: İhvanseverler bir tarafta ve İran da fiilen bu gemide; ABD’nin verdiği güvence ve cesaretle İslamın Sünni kesimindeki iki önemli güç Mısır, S. Arabistan ile Körfez ülkeleri Bahreyn ve BAE bir tarafta. Bu tablo İslamdaki Sünni-Şii yarılmasının yanında Sünni kesimin kendi içindeki yarılmasını da işaret ediyor.
Bu noktada Suudiler için Katar meselesinin yaşamsal ve stratejik olduğu, keza Mısır için de o kadar olmasa da ciddi olduğunu not edelim ama şunu da ekleyelim; bu iki ülke, Katar’ın elde ettiği yumuşak güçle ciddi bölgesel güç olduğunu ve Ortadoğu’yu da etkilemeye, dizaynetmeye başladığını düşündüler. Bu ne demek? Kendileri için tehlike çanlarının çalması demek…
RÜYA ALEMİNDEN ÇIKMADAN OLMAZ
6.Erdoğan “İslam Medeniyeti bayraktarlığı” rüyası görüyor. “Rüya” diyorum çünkü düpedüz bir rüya! Suudiler, İslamın klasik Sünni yorumunun dışında Selef-Vahhabi bir yorumu yeni bir mezhep haline getirdiler ve bunu geliştirmek, yani ihraç etmek istiyorlar. Bir de Şiiler var İslam’da. Üstelik onlar da farklı yorumlara bölünmüş durumda. Körfez’deki, Yemen’deki, Mağrip’teki Şiilikle Suriye’deki Arap Aleviliği İran’daki Şiilikle özdeş değil. Irak ve İran Şiileri de rekabet halinde; ikisi de “kaynak” iddiasında. Sünni kesimde de klasik Ortodoks yorumun ötesinde farklı yorumlar var. Türkiye’deki Sünni-Hanefi yorumu farklı olduğu gibi, bir de Anadolu Aleviliği ve Bektaşilik var.
İslam coğrafyasında Erdoğan her ne kadar da “İslam milleti-ümmeti”nden bahsetse de farklı milletler var, üstelik birbirinden farklı coğrafya, kültür ve etkileşimlerde. Malezya ve Endonezya’daki, Hindistan ve Pakistan’daki, Mağrip’teki, Türki Cumhuriyetlerdeki, Arap Yarımadası’ndaki, Türkiye’deki, İran’daki, Afrika’nın çeşitli ülkelerindeki İslam “bir” olabilir mi? Bu ne kadar gerçekçidir? Bir o kadar da siyasi ayrılıklar, farklılıklar varken hem de… İşte hiç de gerçekçi olmadığı Katar krizinde kabak gibi belirdi! “İslam alemi”nde maalesef kendi içinde savaşlar ve savaşa yaklaşan durumlar eksik olmuyor.
7.Bu tablo karşısında Erdoğan’ın “medeniyetler çatışması” ve İslam Medeniyetinin bayraktarlığı tezi havada kalıyor. Zaten ortada bir medeniyetler arası çatışma değil, “İslam medeniyeti” içinde bir çatışma sözkonusu. Şii-sünni çatışması bir yana, son Katar krizi Allah saklasın Sünnilerin kendi içindeki bir savaşına sahne olabilecek kabiliyet içeriyor.
8. Talihsizlik, Erdoğan Ak Parti’sinin gerçeklerden kopuk ve bölgesini de, komşularını da, Dünyayı da karşısına alacak şekilde tehlikeli bir yalnızlıkla gelişigüzel salınmasında rüya aleminde… Suriye’de tosladığı yetmiyormuş gibi bu gidişle yine toslayacak ve Türkiye’yi daha da zor ve içinden çıkılmaz duruma düşürecek duvarlar aranmasında!
FARKLI BİR TÜRKİYE VARDI VE YİNE OLABİLİR, OLMALI; BAŞKA ÇARE YOK
9.Ortadoğu, İslam coğrafyası ve Türkiye oysa İslamın Şiilik bir yana Selefi-Vahhabi yorumunu, İhvan çizgisini vb. benimsemek zorunda mıdır? Erdoğan Türkiyesi’nden önceki yalnız ve güzel ülkemizde seküler-laik, yumuşak güce dayalı ve bunu çok iyi kullanan dış politika çizgisi ne güne duruyor? Bu model -model denmeden model olmuştur hem de- üstelik çok uzun yıllar Mağrip’ten Ortadoğu’ya, Afrika’ya, Asya’ya kadar ışık saçmıştır. Türkiye, kategorik olarak bölgedeki örneğin İran gibi, İsrail gibi istikrarsızlıktan beslenen ve istikrarsızlık içinde hareket edebilen ülkelerden değildir. Tam tersine, istikrar ve barış içinde gelişme ve kalkınmasını sürdürürken etraftaki sorunlarda da görüşüne ve arabuluğuna başvurulan güvenilir, inanılır bir ülkeydi yakın zamana kadar.
10.Erdoğan liderliğindeki Ak Parti’den Türkiye’ye hayır yok. Bu ayan beyan ortada… Peki o halde ne olacak? E. Büyükelçi Selim Karaosmanoğlu’nun çok tuttuğum deyimiyle “fabrika ayarlarına dönmek” şart! Türkiye, çabucak çok yönlü ve pragmatik, ulusal çıkarlara dayalı ve barışçı bir dış politika geliştirecek alternatifini oluşturmak durumunda. “Hayır Bloku” ve lokomotifi CHP ilk iş olarak hükümete Katar’la mesafe çağrısında bulunmalı, Meclis’ten geçen anlaşamaya rağmen bu ülkeye askere gönderilmemesi için kamuoyunu harekete geçirmelidir. Modern Türk devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” şiarlı “bölge merkezli dış politika” müktesebatında yeterli birikim var. Türkiye, Araplar arasındaki ve Müslüman ülkelerin arasındaki çatışma ve anlaşmazlıklarda asla tarafgir olmamalı, bilakis elinden geliyorsa uzlaştırıcı bir misyon üstlenmelidir. Türkiye hele hele Araplar arasındaki bir çatışmaya silah kullanacak kadar girmekle çok büyük bir hata yapar. Bunu asla aklından bile geçirmemeli. Katar’a gönderilecek asker tam da “ateşle barutun yan yana gelmesi”! Katar krizinde Erdoğan’ın Mısır ve S. Arabistan’la karşı karşıya gelerek oluşturmaya çalıştığı Sünni Blok içindeki bir yarılmayı bile göze alan tavrı enteresandır.
Türkiye’nin dış politika alternatifini oluşturacak siyasi özne, gerçek toplumsal uzalaşmaya dayalı yeni bir toplumsal mutabakat zemini olacak anayasa taslağını da hazırlamalıdır. Hukukun üstünlüğüne, dini hoşgörüyü içeren ve inanaca saygılı laikliğe, çağdaş eğitime, inasan hakları ve basın özgürlüğüne, kuvvetler ayrılığına dayalı gerçek bir parlamanter demokrasiyi tesis etmelidir. Kendi kendine yetecek bir tarım ve hayvancılığı da içerecek şekilde üretim ekonomisini ayağa kaldırmalıdır.
Ortadoğu’da, İslam coğrafyasında mezhep savaşları, siyasi savaşlar kapıdayken Türkiye’nin kullanacağı ve çabuk adapte olacağı çok zengin ve güçlü bir miras var. Türkiye herhangi bir Ortadoğu ülkesi değil, hele bir krallık ya da emirlik hiç değil! Batı ile de iyi kontağı olan, ancak bölgesine de yabancı kalmayan bir Türkiye hayal değil.
Prof. Dr. Hakkı Uyar’ın geçenlerdeki bir makalesinde rastladığım ve çok hoşuma giden bir sözüyle noktalayayım: “Tarihsel miras ile coğrafyaya örnek olmak varken, coğrafyanın tarihine gömülmeyelim”.
ABD VE BATI’NIN YEDİĞİ HERZELER
Son bir not da ABD’ye ve Batı’ya; seçimle gelip seçimle gitmeye razı olmama eğilimindeki, azınlıkta olsa da çoğunluğa dayatma yapma eğilimindeki İhvan’ı ve Selefi akımları sadece topla tüfekle susturamazsınız. Değişik ülkelerde farklı kılıklardaki İhvan’ı olsun Selefi akımları olsun etkisizleştirmenin yolu demokrasiyi, demokratik eğilimleri, damarları güçlendirmekten geçiyor. Aksi taktirde Afganistan ve Irak’tan itibaren nerede ne yaşandıysa emin olun ki misliyle yaşanmaya devam edecektir. Asimetrik savaş ve göç dalgaları Batı’nın kabusu olmayı sürdürecektir.
Öteyandan şunu da not etmeden geçemeyeceğim; ABD Gülen’le Erdoğan’ı 2001’de birbirine ustaca yapıştırdı. Bu oldu! Kimse olmadı diyemez! Düşünebiliyor musunuz; Türkiye’nin ‘stratejik müttefik’i nelerin peşinde koşuyor (Tabii bunu sadece Türkiye için değil, koca bir İslam coğrafyasındaki emelleri için yaptı). Peki şimdi ne oldu? İki İslamcı odak aralarında kavgaya tutuşunca pandoranın kutusu açıldı ve Türkiye ne hallere düştü.
Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırmakla, Atatürk Türkiyesi’ni reorganize etmekle yükümlü “Hayır Bloku”na, büyük tarihi sorumluluğu olan CHP’ye düşen, ABD’deki satır aralarını okumayı bırakıp kendi işine bakmaktır. Halkı seferber etmektir. Demokrasiyi bir araç olarak kullanıp iktidara gelen ama bir türlü gitmek istemeyen, her ne pahasına olursa olsun gitmek istemeyen iktidarı alaşağı etmektir.
Bilmem içeriye ve dışarıya anlatabildim mi?
Muzaffer Ayhan Kara