Güldane BULUT
Kent ve kentliler nasıl bir dönüşüm geçiriyorlar? Kentte yaşayanların büyük bir kesimi hangi tehditlerle karşı karşıya kalıyor? Nedir bu tehditler?
Her gün kentler hızla yıkılıyor, yeniden başka biçimlerde, başka amaçlara göre inşa ediliyor. Bu yıkımların ve yeniden inşanın 15 yıl süreceğini söyleniyor. Bu yıkımlardan, inşatlardan çıkan toz dumandan, bir kuşağın çocuklarında gelecekte ciddi sağlık sorunları çıkacaktır. Bu yıkımlardan çıkan toz bulutları, gözlerini dolarların, euroların kamaştırdığı yüklenicilerin, yapı mimarlarının, bu sistemin işleyişine izin verenlerin elleriyle büyüyen bir Çernobil’dir. Buna karşın, kentsel dönüşüm nedeniyle, ortaya çıkacak sosyolojik, psikolojjik, pedegojik sorunları, bu sistemi yürütenler umursamıyorlar.
İstanbul Sulukule’de, Tarlabaşı’nda, Ayazma’da 2008’de mülk sahipleri borçlandırılarak, Arnavut köyünde Taşoluk’a yapılan kırk metrekare evlere yerleştirildiler. Şehir merkezine çok uzak olan Taşoluk’ta iş alanı yoktur, okullar çok uzaktır. Yıllarca şehir merkezinde yaşamış bu insanlar, şimdi işlerinden kopmuşlar işsizdirler. Okullarından kopmuş çocuk sokaklardadır. İşsiz kalan bir insan nasıl ev borcunu öder, çocuğunu okula göndermek için servise verecek parayı nasıl bulur? Bu insanlar komşularından, mahallesinden isteyerek ayrılmadılar ayrılmaya zorlandırıldılar. Bu insanlar toplumsallaşma süreçlerinde topluma nasıl bir uyum sağlaya bilirler? Ülkemizde kentsel dönüşüm sürecinde çıkartılan yasalar, ranta dönük mülksüzleştirme yasalarıdır.
MARX’DA MÜLKSÜZLEŞTİRME
Marx’ın Kapital’de 15. yüzyılın sonundan başlayarak “Mülksüzleştirilenlere Karşı Kanlı Yasalar” bölümde mülksüzleşme sürecini şöyle anlatıyor:
“Charles v’nin Hollanda için buyruğu (Ekim 1537), Hollanda eyalet ve kentlerinin ilk yasası (10 Mart 1614) Birleşik Eyaletler Plakaat’ı (26 Haziran 1649) hep aynı nitelikten yasalardı. Önce zorla toprakları ellerinden alınan, evlerinden atılan ve işsiz, güçsüz serseriler haline getirilen tarımsal nüfus, işte böyle kırbaçlanarak, damgalanarak, müthiş yasalar yoluyla işkence edilerek ücret sisteminin gerektirdiği disipline sokuluyordu.” (K. Marx, Kapital, I. Cilt, Çeviren; Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, Ankara 2000, S. 700-701)
Marx’ın da aynı bölümün 36. dip notuna aldığı Thomas More’un Utopia’sında ise şöyle deniyor:
“Böyle doymak bilmez cimrinin biri, binlerce dönümlük yeri kuşatıveriyor. İçindeki namuslu çiftçileri evlerinden çıkarıyor. Kimini yalan dolanla, kimini zorla, kimini de türlü yollardan tedirgin edip yerlerini satmak zorunda bırakarak.” (K. Marx, age, S. 700)
İstanbul, Ankara, İzmir ya da Güneydoğu illerinin bir çok mahallelerinde, Marks’ın Kapital’de anlattığı gibi, insanlar buna benzer türlü uygulamalar yaşamaktadırlar. Mülklerini yok pahasına satmak , yada terk etmek zorunda kalıyor insanlar.
Sermayenin işleyişinin hızlıca yol almasına yardımcı olan sistem, kanunlar çıkartarak mülkiyet üzerindeki rantı meşrulaştırıyor. Sulukule, Tarlabaşı önce riskli alan ilan edildi, ardında da kamulaştırma yapılarak buralardaki binaların değerleri düşürdü. Atıl duruma gelince çok düşük değerlerle sermaye yüklenicilerine parselleyerek satıldı. Yükleniciler mülk sahiplerine şöyle diyorlar: bu yasayla mülkünüzün değeri kalmamıştır, şu üç kuruşu alın buradan gidin… kent dışında sizler için yapacağımız 40 metrekare evlere yerleşin, tabi bize borçlanarak.
KENTSEL DÖNÜŞÜM MÜ YRİNDE DÖNÜMÜŞÜM MÜ?
Gaziosmanpaşa ilçesi gibi kimi mahallelerde önceden açılan riskli ilan iptali davalarını, mülk sahipleri 2014’te kazanınca yerel yönetimler kentsel dönüşümün adını yerinde dönüşümle değiştirdiler. Yerinde dönüşüm demeye başladılar.
Yerinde dönüşüm kavramını, rant dönüşümü olduğunu gölgelemek için kullanıyor yüklenici zihniyet. Yerinde dönüşüm projesi şöyledir kentsel dönüşüm projesi içine alınan mahallelerinde her haneye rant gözüyle bakılarak projelendiriliyor. Bu mahallere önce meta değeri yükletiyorlar, sonra her mahalleyi çeşitli bahanelerle projelendirerek ranta açık biçime getiriliyor.
Rantın işleyiş biçimi bir tiyatro oyununa benziyor. Şöyle deniliyor, evleriniz çok değerlendi, mahalleniz, sokağınız çok değerlendi. Evleriniz riskli alanda olduğu için yıkıp yeniden yapacağız, evini yıkıp yeniden yapmasak zaten beş kuruş etmez. 120 m olan evi, 60 m olarak size vereceğiz 20 m belediye, 40m sermaye mütaitine ayırıyoruz, bu biçiminde anlatılıyor insanlara. Yerinde dönüşüm yapacağız, ancak değerinden dolayı oluşan farkı, ödeyerek evini alabilirsin. Asgari ücretle çalışan işçi, memur, emekli gasp edilen evini, yeniden satın alacak meta değerinin rakamları astronomiktir.
EMEKÇİLERE RANTÇI TUZAĞI
İşçi asgari ücretle çalışarak rantçı dönüşümün elinde evini alması imkansızlaşınca rantçı, mülk sahibine eh bu rakamı ödemeyeceksen bunca yıl oturdun kira ödemedin, ona say. Sana bir yıl kira bedeli verelim nereye gideceksen git diyor. Devlet kamulaştırırsa üç kuruş vermez sana diyerek mülk sahibini korkutmaya çalışıyor, Fikirtepe’de bu yöntem uygulanıyor.
Bunu 26 Nisan 2016’da yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet yasayasına güvenerek söylüyor sermaye mülk sahibine. Bu yasanın birinci örneği Sur’da, İzmir’de sit alanlarını imara açtı, İstanbul’da kıyı şeridinde bulunan 2B, arazilerini çok kat irtifaklı imar yolunu açtı.
Sulukule’de, Tarlabaşın’da, Ayazma’da bu rant sistemi uygulandı. Buralarda yapılan evlerin, işyerlerinin metre karesini milyon dolarlara sattılar. Kimine üç kuruş kira, kimine sembolik denecek bir bedel vererek, kimini baraka biçiminde bir eve borçlandırarak rant elde ettiler sistemin yüklenicileri. 2008’den başlayarak yavaş yürüyen sermayenin rant sistemi 2015’de hızlı yol alarak İstanbul’da kimi semtlerde projelerini gerçekleştirdi.
Esenler’deki dönüşüm alanlarına bakıldığında buralarda 20 kattan fazla kat çıkılmıştır. Burası deprem riskini taşıyan bir alandır, peki inşat ruhsatı nasıl böyle 20 kattan fazlasına verildi? Bilimsel bir çalışma yapılmadan, zemin etütleri ölçülmeden masa başında alınan kararlarla ruhsatlar veriliyor. 1999 depreminden sonra İstanbul’un Sarıyer ilçesi, Şişli ilçesi gibi bir çok ilçelerinin zeminleri depreme yüzde yüz dayanıklı semtler raporu verilmişti.
GAZİOSMANPAŞA ÖRNEĞİ
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Sarıyer’in Derbent Mahallesini riskli alan ilan etti. İBB’ye dava açan mahalleliler davayı kazandılar. 2016’da İBB’nin, kentsel dönüşümle ilişkili acele kararlar almaya başladığı görüldü. İBB, Gaziosmanpaşa’da (GOP) tapulu, imarlı mahallelere çeşitli bahanelerle yıkım istedi. Mahalleliler açtıkları davaları kazanılınca, belediye ertesi gün bu kez acele kamulaştırma kararı aldı.
Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hasan Tahsin Usta insanlarla alay edercesine, “biz kamulaştırma kararı aldık ancak şimdilik uygulamayacağız” diyerek basına açıklama yaptı. Aynı belediye başkanı Gaziosmanpaşa ‘da lüks yaşam alanları inşa edeceğini, Bunu da yerinde dönüşümle sağlayacağını söylüyor. Şunu söylüyor 1999, depreminden önce yapılan yapılar depreme dayanıklı yapılar değildirler bu binalar deprem riski taşıyorlar. (Yeni Şafak Gazetesi 31, Mayıs, 2015, GOP Belediye Başkanı H. Tahsin Usta’nın konuşması)
Yürüme parkurları, aklı binalar, yapay göletler, havuzlar, parklar, özel hastaneler, kreşler, okullar derken bütün bu donatı alanları olan lüks bölgeler planlanırken, Gaziosmanpaşa mahallelerinde yaşayan genelde yoksul halkın kendi halihazırda mülkünün üzerinde yapılacak lüks yaşam alanına ödeyecek rantiye parası var mıdır? Onlar da Sulukule halkı gibi şehir dışına iteklenme olasılığı yüksek gibi, çünkü belediyeler mahalleri yüklenicilere teslim ediyor. Mülk sahibinin önüne ödeyemeyecekleri astronomik rakamlar koyuyor bu yükleniciler. Bu biçimdeki dönüşümlere Fikirtepe canlı bir örnektir. Beş yıldır mülk sahipleri evsiz kaldılar, kira ödüyorlar. Mülk sorunları belirsizlik içinde devam ediyor.
AKILLI BİNALAR KURNAZ MÜTEHAİTLER
Mahalleliler, belediyelerden lüks, akıllı binalar istemiyorlar. Eğer oturdukları evlerde deprem riski varsa, bu dönüşüm sonucu belediyelerden evlerinin karşılığında ev isterler. Çünkü riskli alan dedikleri Gaziosmanpaşa’nın mahallelerini, yıllar önce devlet imara açmıştı. Mahalleli belediyeden riskli binaları tespit etmesi için bilir kişileri, mimarları görevlendirmesini bekler. Hiçbir bilimsel araştırma yapılmadan ardı ardına riskli alanlar, kamulaştırma alanlar ilan ediliyor. Riskli alan adı altında İstanbul’un birçok bölgesi yüklenicilere peşkeş çekilerek lüks konaklar, villalar, gökdelenler yaptırıyor belediyeler.
Mahalleli akılsız binalarda yaşamaya razıdır mülkiyet hakkı denilen yaşam alanlarına dokunulmasın yeter. Bir örnek gösterilirse, işte Sulukule ‘de yapılan villalar. Bu villaların yerine üç katlı, beş katlı, apartman yapılabilirdi. Sulukule’de yaşamını sürdüren insanlar, dışlanmış gibi evlerinden, mahallelerinden zorla kent dışına atılmışlardır. Sulukule halkı bu apartmanlarda yaşayamaz mıydı?, ya da evlerinin yerinde varsıllar için yapılan villalarda yaşama hakları yok muydu? İnsan hakları sermayenin çıkarı için, kağıt üstünde kalıyor.
KENTSEL DÖNÜŞÜMDE YOLSUZLUK
İstanbul’da yaşanmakta olan ranta dönük kentsel dönüşüm nedeniyle, birçok ilçede yaşanacak mülkiyet hak kaybı endişesiyle mahalleli dayanışma dernekleri kuruldu. Aynı sıkıntıyı çeken mahalleliler bir araya gelerek Mahalleler Birliği’ni oluşturdu. İstanbul’da 36, Kocaeli’nde 3, İzmir’de 15 mahalle riskli kentsel dönüşüm alanları içerisindeler. Bu illerde İBB’lerce kentsel dönüşüm kapsamına alınmış, dernekleşmemiş bir çok mahaller vardır.
Okmeydanı’nın beş mahallesi Beyoğlu’na, bir mahallesi Şişli ilçesine bağlıdır. Bu mahallelerde binaları yüzde sekseni 1999 depreminden sonra yapılan binalardır. Beyoğlu Belediyesi, Okmeydanı’nda kendisine bağlı beş mahalleyi 8 Temmuz.2016’da riskli alan ilan etti. Beyoğlu Belediyesi, hiçbir zemin etüt çalışması yapmadan, binaları bilirkişilere denettirmeden masa başında aldığı kararları uyguladı.
Beyoğlu Belediyesi bu beş mahallede iki yıl süreyle taksitlerle tapu tahsis parasını aldı. Tapu tahsis belgelerinde yüzlerce mülk sahibi birbiriyle müşterek gösterilmiş kimse birbirinde izinsiz mülkünü ne satabilir, ne de yıkıp yeniden yapabilir. Yani mülk sahipleri hem birbirine, hem de belediyeye mahkum olmuştur. Beyoğlu Belediyesi, tapuların taksitleri bitince, bu bölgeyi hemen riskli alan ilan etti. Böylece zaten çetrefilli görünen tapu tahsis belgelerinin dolayısıyla hükmü kalmamış oldu.
HUKUKA KARŞI HİLE; MAHALLELERİ BÖLDÜLER
AKP Hükümeti büyük kentlerde çarpık yapılaşma var, deprem riski var, binaları yıkıp yeniden yapmalı diyordu. Bu söylem 2004’te başlayarak 2016’ya kadar çeşitli biçimde sürdü. Bir süre sonra masa başında, riskli olmayan bölgeler de riskli ilan edilince, birçok bölge insanı belediyelerle mahkemelik oldu. Yerel yönetimler mahkemeleri bir bir kaybedince, bu kez mahalleleri böldü, her mahalleye, her sokağa, her apartmana farklı sorunlarla gitti.
Örneğin, Okmeydanı’nda Mahmut Şefket Paşa mahallesi Şişli Belediyesi’ne bağlıdır. Ancak İBB bu mahalleye bütünlüklü bir plan çıkartmak istemiyor. Her sokağa ayrı planı var. Ada bazında parsellenmiş farklı düzenleme var. Örneğin: birkaç sokaktan oluşan bir ada belirsiz alandır, üç sokaktan oluşan bir başka ada özel donatı alanıdır, beş sokaktan oluşan bir ada hazine arazisidir, iki sokaktan oluşan başka bir ada tapulu alandır, altı sokaktan oluşan başka bir ada hisse tapulu alandır.
Hisse tapulu alanlarda şöyle bir durum var: mülk sahiplerinin tapularında hissedarlara ait bir ibare yoktur. Ancak 20 yıl, 30 yıl önce alınmış tapulara, mahalle kentsel dönüşüm alanına girmesiyle birlikte her gün yeni yeni hissedarlar ortaya çıkmaya başlandı. Şu sıralar hissedarların sayısı çoğalıyor. Mahkemeler açılıyor mahkemeleri hissedarlar kazanıyorlar, tapulu mülklere ortak oluyorlar. Her geçen gün mantar gibi çoğalan hissedarlar aklılara rant ortaklığından çıkan bir oyun gibi geliyor.
MÜLKİYET HAKKI SADECE SERMAYE İÇİN KUTSAL
İBB yetkilileri, Okmeydanı’ndaki 6, 8, 9, 10 katlı binaları üç katlı, iki katlı binalar olarak raporlandırıyor. Bu mahalde yaşayanlara diyorlar ki “sizin oturduğunuz bina aslında üç katlıdır siz bilmiyorsunuz sekiz katlı değildir. Siz sekiz hissedar olarak üç kata ortaksınız .” Geri kalan beş daireyi dönüşüm zamanı gelince yüklenicinin rantına bırakıyor. Yani bir binada sekiz daire varsa, sekizinin de ayrı ayrı sahibi varsa, dönüşümden sonra üç daireye sekiz mülk sahibi ortak olacak diyor. Diğer beş daireyi sermaye için rant payı ayırıyor, insan haklarını yok sayıp, mülkü gasp ederek…
2016 mart ayında Şişli Belediyesi’nin İBB’nin çektiği hava raporuna dayanarak çıkardığı Plan budur. Bu raporda binalar iki, üç katlı gösterilmiş, yani insanlar 15 yıldır, 20 yıldır oturdukları binanın kaç katlı olduğunu bilmiyormuş. Bu binalar belediyelerden izin alınarak inşa edildi. Belediye şu anda bir binadaki 10 katın vergisini alıyor, 10 kata göre elektirik, su, doğalgaz aboneliği yapılıyor. Bu durumda nasıl kentsel dönüşüm yasası çıkınca 10 katlı binalar üç katlı görünür oluyor. 2016 mayıs ayında Okmeydanı’nda bir düğün salonunda OKDER’İN çağrısıyla yapılan mahalle toplantısına Şişli Belediyesi kent planlamacıları da bu toplantıya katıldılar. Görmezden gelinen kat sayıları planını o toplantıda mahalliye anlattılar. Kendileri de bu çarpık plana itiraz ettiklerini söylediler.
Mahalleler Birliği kentsel dönüşüme karşı değildir. Kentsel dönüşümle hak kayıpları yaşanmasına, insanların kendi mahallerinden, kendi evlerinden isteklerinin olmaksızın başka bir yere göç ettirilmesine yol açacak uygulamalara karşıdır. Kim istemez ferah, güvenli olan bir binada yaşamayı.
ORMAN ARAZİLERİNİN YAĞMASI
Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni kitabında belirttiği gibi, dönemin şehir planlamacısı, mimar, Tuğrul Akçora, şöyle diyor; “Ne arsa imalatçısı, ne de imalatı etkileyen bir tüccar olmayıp, arsayı yaratan kamunun haraç yiyicisi durumunda bulunan spekülatörün geleceği parlak görünmektedir.”
1960’lardan, 2016’ya gelindi Afet Yasası’yla sermayenin kamu malları üzerinden yediği haraç azalmadı katlanarak arttı.
2B arazileri kentsel dönüşüm yasası kapsamına alınmasıyla imara açıldı. İstanbul’un Beykoz Paşabahçe’ye ismini veren Paşabahçe Cam Fabrikası’nın lojmanı, deposu, Osmanlı döneminde kalma Tekel fabrikası, 2002’de zarar ediyor denilerek atıl bırakıldı. Afet yasasıyla oteller yapımına, turizm bölgesine alındı. Cumhuriyet’in sanayi atılımlarından biri olan Paşabahçe Cam Fabrikası müze, arazisi halkın yararlanacağı çay bahçeleri, kafeler olamaz mıydı? Kentsel dönüşümün neden olduğu mekânların değişim dönüşümü, anıları, tarihleri, beleklerdeki görselliği yok ediyor. Bu fabrikada Cumhuriyet’in değerleri, işçilerin anıları vardır. Beykoz’da akla gelen ilk adreslerden biridir bu fabrikalar.
Beykoz’da mahallelerde tüccar kılığında dolaşan insanlar türedi. Bu tüccar kılıklılar milyonlar sayarak ev satın alıyorlar. Ev sahiplerine şunu söylüyorlar: “bak evinin değerini veriyorum evini satmasan yarın belediyenin yüklenicileri buraya girerse evini satamasın. Çünkü 2B arazisi hazine arazisi oldu, belediye size yedirir mi!” gibi sözlerle kimi ev sahiplerini kandırmayı başarıyorlar. Ancak artık mülk sahipleri de belediyelere güvenmemeye başladı, kimi kötü örnekleri gördükleri için: Sulukule , Tarlabaşı, Ayazma, Fikirtepe, bölgelerinde yaşanılan ayak oyunları gibi.
TBMM’de 14 Nisan 2016 tarihinde kabul edilen ve 26 Nisan 2016’da Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren, 6306 Sayılı Kanun’a dayalı alınan kararlara karşı dava açma sürelerinde halkı her gün Resmi Gazete okumaya mecbur bırakan yasa yasallaştı. Çıkan her kanuna karşı dava açma hakkı için 30 gün süre veriyor. Eğer bu sürede kentsel dönüşümle, 6306 Afet Yasası’yla halkın mağduriyeti söz konusu olursa , halk Resmi Gazete’yi iki gün unutup almasa, vay haline halkın. Yaşadığı mülkün üzerinde hiçbir söz hakkı kalmayacak çünkü Resmi Gazete’de kendi mülkü ile alakalı çıkan ilanının tarihini kaçırmış olur.
Resmi Gazete her bayide bulunmuyor. Bilgisayar kullanmayı bilmeyen 90 yaşındaki insan internette gazeteyi nasıl okusun. Bu yasayla kamu güvenliği diyerek mahalleler riskli alan ilan edebilir, acele kamulaştırma yapılabilir (Sur’da uygulandığı gibi). 6306 sayılı kanun acele kamulaştırmanın yolunu açtı. Mahalleler Birliği’nin oluşturduğu heyet, 63O6 sayılı kanun dahilinde yapılan düzenlemelere ilişkin önerilerini, görüşlerini TBMM’de gurubu bulunan siyasi partileri 13-14 Haziran 2016’da Meclis’de ziyaret ederek siyasi parti genel başkanlarıyla, gurup başkanlarıyla görüşerek yasa nedeniyle çıkacak mağduriyetleri, hak ihlallerini anlatarak yasayı geri çekmelerini istediler.
DOĞAN AVCIOĞLU 1960’LARDA YAZMIŞTI
Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dünü- Bugünü-Yarını) kitabında Tatlı İş Alanları bölümünde bu günün, kentsel dönüşüm sürecinde yaşanılan mülk rantını anlatmış:
“Arazi devlete aittir. Birkaç arsa bezirganı sahneye çıkmakta ve sahile yakın köylerdeki köylüleri kandırmaktadır. Köylü ufak bir bedel karşılığında araziyi spekülatörelere devretmektedir. Speklatörler bu araziyi parselleyip varlıklı kişilere satmakta milyonlar vurmaktadır.” (Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, İki Cilt, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2014, s. 337-339)
Arsa ticareti gibi, bina yapıp satmakta çok karlı bir faailiyet haline gelmiştir.Devlet, milyarların üstünde mesken kredisiyle bu ticareti beslemiştir. Gazeteler, yüzde 40 faizle inşaat parası arayan yap satçıların ilanlarıyla dolmuştur. Bunun içindir ki büyük şehirlerin belediye meclisi üyelilklerinin kazanılıp kaybedilmesi fırtınalara yol açmaktadır. Büyük şehirlerde İmar komisyon üyeliği, politikacılara milyonerlik yolunu hazırlamaktadır.
Yılardır ülkede bezirganlar dolaşıyor halkın emeğine el koyuyor, halkı oradan oraya sürüyorlar.
Ülkemizde mülksüzleştirmenin, adımları 1945 ‘de Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’yla atıldı. O güne kadar köylü dededen, babadan kalma toprağı ekip biçerek yaşamını sürdürüyordu. 1945’te çıkarılan Toprak Kanunu’yla ağalara, aşiretlere ayrıcalıklar tanındı. Sulu, verimli araziler ağalara verildi. Ege’de, Güney’de köylünün toprağı daraltıldı. Bir örnek verirsek 400-500 dönüm tarlalar ağaya, 20-30 dönüm ağanın beğenmediği, şehir merkezine uzak, kırsal alanlar küçük meta üreticisi köylüye tapulanarak verildi.
Marshal Yardımları gereğince köylü resmi olarak toprak sahibi olacaktı. Küçük meta üreticisi ise hane halkının emeğine dayanan bir işletme biçimidir. Kimi küçük meta üreticisi topraksız bırakıldı ağanın toprağında ortakçılık yapmaya zorlandırıldı. Anadolu’da küçük meta üreticisine verimsiz, dağlık, ormanlık topraklar verildi, kimi köylerde aşiretlerin, ağaların tarlalarında ırgatlığı sürdürmek zorunda kaldılar.
ORHAN KEMAL’İN ROMANLARI
Orhan Kemal’in Kanlı topraklar, Hanımın Çiftliği gibi romanlarında bunlar görülüyor. 1947’den 1950’ye kadar Marshal yardımlarının büyük kısmı toprak ağalarına yapıldı. Dönüm başına gübre, tohum, traktör için düşük faizli banka kredisi verildi. Devlet eliyle toprak ağaları, aşiretler, gelen dış yardımın büyük payını hiç çalışmadan, terlemeden aldılar. 2016’ya gelindiğinde, Anadolu’da bu ağaların, aşiretlerin tarlalarında hala ırgatlık yapan yüzlerce köylü var. Köylüler mülksüz yaşamaya devam ediyorlar.
Toprak Mahsuller Ofisi, Atatürk’ün isteğiyle 1938’de kurulur. Köylü tarlasında ürettiği ürünü TMO’ne verir, 45 gün sonra parasını alırdı. Çiftçinin artık değeri az olsa da hem ülkeye katkısı olurdu, hem de kendini geçindirirdi. 1970’lere1980’ lere kadar iki geri, bir illeri böyle devam etti Anadolu köylüsü. 1970’ sonrasında tarladan alınan ürünleri alacak tüccarlar ortaya çıktılar. TMO, tüccarın verdiği fiyatın altında bir fiyat belirler oldu. Böyle fiyat belirleme, tüccarla TMO’nun danışıklı anlaşmaları 1990’larda doruk noktasına çıkar.
Anadolu’da kamuya ait fabrikalar özelleşir, çiftçinin pazar alanı daralır. Her geçen gün küçük üretici çiftçinin durumu zorlaşır. Ürününü tüccara ucuza satmak zorunda kalır, satmasa ambarda, tarlada çürütür. Devlet çiftçiye mazot, tohum, gübre, yardımı yapar. Ancak dönüm sayısına göre yapılan yardımı küçük üretici çiftçi bu yardımın cüzi bir rakamını alır. Yardımın büyüğü toprak ağalarına gider. Küçük üretici çiftçi banka kredisiyle aldığı traktörün, alet, edavatın borcunu ödeyemez. Traktörü haciz edilir bankaca.
KÖYLÜNÜN DEĞERSİZLEŞEN EMEĞİ VE BANKA KISKACI
Küçük üretici çiftçi elinde kalan üç beş dönümlük tarlasını, büyük toprak sahibine ya kiraya verir, ya da ucuza satar. Küçük üretici çiftçi kendi tarlasında büyük toprak sahibinin ırgatı olur. Kimi de iş bulma umuduyla büyük kentlere göç etmek zorunda kalır. Tarlasında elde ettiği ürünü ucuz satmaya zorlandırılarak köylünün emeği değersizleştirilir. Köylünün ucuz iş gücünü sömüren, üründen rant elde eden tüccar, toprak ağaları, el birliğiyle rant akışını sağlarlar. Hayvanlarını otlatacak meralar, yaylalar ağaların malı sayıldığı için ağalara kira ödemek zorunda kalıyor küçük meta üreticisi. Toprak ağaları her yıl kira bedelini keyfine göre arttırdıkça küçük meta üreticisi hayvanlarını satmak zorunda kalır.
Küçük meta üretici çiftçinin, ürününü satacak pazar yerini yok ediyor rant tüccarı. Emeğini değersizleştirerek topraktan koparıyor, mülksüzleştiriyor, güçsüzleştiriyor, sermayeye bağlı birer köle oluyorlar. Dünün mülksüzleştirilmiş , başka kentlere sürülmüş küçük meta üretici köylüsü, fabrikalarda, otelller, inşaatlarda işçilik yapıyor.
ÇARPIK KENTLEŞMENİN SİMGESİ GECEKONDULAR
Türkiye’de 1960’larda kentleşmeyle başlayan gecekondular, mülksüz, topraksız kalan köylülerin iş bulma umuduyla büyük kentlere göç etmesiyle, süreç öngörülemediği ve planlamadığı için, bu kentlerde gecekondulaşma yoğunluğu başlar. Planlı bir kentleşme gerçekleştirdilemez. Akıl bir yana bırakılır. Yani Anadolu’nun kırsalında yaşayan köylü kente gelince yine ucuz iş gücüyle emeğini satar. Kimi geri hizmette otellerde, inşaatlarda, kimi fabrikalarda, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde çalışırlar.
Bu insanlar dişinden tırnağından arttırarak biriktirdiği üç beş kuruşu arazi simsarlarına verirler. Devletin de göz yumması sayesinde, hazine arazisini ucuza satın alarak içinde yaşamlarını sürdürecekleri bir-iki odalı gecekondu yaparlar. Bu işçiler gecekondularda yolsuz, susuz, 25-30 yıl yaşadılar, asfaltsız yollardan her gün işe, çocukları okula gittiler. Büyük kentlerde 1980 öncesine kadar kırsal denen bölgelerine gecekondu yaparak yerleştiler. 1980 sonrası buralara varoş denilmeye başlandı.
1984’de Turgut Özal’ın döneminde imar affı, tapu tahsis kanunundan sonra gecekondular apartmanlaştı. Yerel yönetimler bağış karşılığında yapı iznini verdi, 8-10 katlı yapılar hızlıca yükseldi on yıl içinde. Ancak tapu tahsis kanunu o tarihten bu güne kadar gerçekleşemedi. 2981 Sayılı Kanuna dayalı uygulamaları, mahalleliye karşı seçim kozu olarak kullandı yönetimler. “Bana oy ver tapunu, inşat ruhsatını al” denildi. Değişen yönetimler, mahallelerin 2981 sayılı kanuna dayalı çıkan tapu tahsis haklarını vermiyor, seçim kozu olarak masalarındaki dosyalarında o günden bu yana saklıyorlar!.
İKİNCİ SÜRÜLME DRAMI
İkinci kez sürülmeyle, sermayenin gerçekleştirmeye çalıştığı mülksüzleştirme, soylulaştırmanın ekonomik politiği. Köylerinde emekleri değersizleştirilerek toprağından koparılan insanların, göç ettikleri kentlerde de emeğiyle edindiği, içinde yaşadığı mülkü bir kez daha değersizleştirilmeye çalışılıyor sermaye tarafından. Bu insanlar rant düzenine karşı yıllardır mücadelelerini sürdürüyorlar.
1944’de Anadolu’da, sermayenin toprak ağalarıyla, aşiretlerle başlattığı mülksüzleştirme, 2016’da ülkenin bütününü içine alarak yaygınlaşıyor, hızlıca yol alıyor.
İkinci sürülme için Marx şöyle diyor:
“İskoç yaylalarında oturan Keltler, yerleşiktiler toprağın sahibi olan kılanlar halinde örgütlenmişlerdi. Kılanın “şefi yada büyük adamı” İngiliz kraliçesinin bütün ulusal toraklarının unvanından gelen sahibi gibi, kılanlar Kraliçe gibi bu topraklarda hak sahibi olurlar zor kullanarak. 1814-1820 ‘ye kadar 15,000 kişi, yerlerinden atıldılar. Bütün köyler yıkıldı, tarlaları otlağa çevrildi İngiliz askerleri bu sürgün hareketi destekledi. Otlağa çevrilen toprağa koyunlar yerleştirilir, Asil kalpli düşes 794,000 acer toprağa el koymuş oldu. Araziyi kılanlara kiralamaya verir. 1835 yılında İskoçyalı Keltin yerini 131,000 koyun almıştı. Yerlilerin artıkları kıyıya sürüldüler balık avlayarak yaşamaya çalıştılar. Ama kahraman ketlerin kızarttıkları balıkların kokusu , büyük adamların burunlarına kadar geldi. Ve bunlar bir kar kokusunu da birlikte almış olacaklar ki, deniz kıyısını Londra’nın büyük balık tüccarlarına kiraladılar. Keltler ikinci kez yerlerinden sürülüp atıldılar.” (K. Marx, Kapital, I. Cilt, Çeviren; Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, Ankara 2000, S. 692)
İstanbul, İzmir, Ankara, gibi büyük kentlerin çevresine her yıl yapılan yollar çoğaldıkça, bu yolların sağına, soluna yapılan binalarda çoğaldı. Bu kentler genişlendi, büyüdü gecekondu mahalleleri kentin merkezi oldular. Yoksul işçilerin gecekondulardan sermayenin yüklenicilerinin burunlarına rant kokusu gitti. Marks’ındediği gibi.
Ülkemizde toprak ağalarının beğenmediği kent merkezlerine uzak kırsal topraklar küçük meta üreticisi köylüye verildi. Kırsal köylerin büyük kesimine yılarca yol yapılmadı, elektirik, su götürülmedi. Bu köylerde yılın üç ayı kar, kış nedeniyle kent merkezine ulaşımı kesikti.
1980’lerden sonra , devlet kırsal köylere yol, elektirik, telefon hızlı bir biçimde götürdü. Asfaltlı yolar yapıldı, elektirik, telefon hatları, götürdü. Evet ulaşım araç gereçler kırsala gelmişti ancak köylerin büyük çoğunluğu geçim nedeniyle göç etmişti. 1990 sonrası köylere yapılan yoların geçtiği dağlarda mantar gibi çoğalarak büyüyen maden ocakları, dağları kevgire çevirdi. Ağır iş makinaların homurtusu, dağı parçalamak için konan dinamitin sesi, kalan üç beş köylünün otlayan hayvanını ürküttü.
Bu madenlerden sulara karışan zehir nedeniyle ekinler bitmez oldu. Çoğu köylüde maden ocaklarından çıkan siyanürden kaynaklanan hastalıklar ortaya çıktı. Evet yollar derelere, ırmaklara, dağlara ulaşmıştı. Sermaye bu yolları kullanarak köylünün derelerini, ırmaklarını, gasp ederek barajlar, yapıyor. Köylünün ormanını, yaylasını, dağını, madenler açarak gasp ediyor. Köylünün bin yılardır kullandığı ırmağın, derenin suyunu sermaye köylüye satıyor .
Şimdi kentsel dönüşüm adı altında mülksüzleştirilmek istenen insanlar köyüne dönmek istese dönemez. Sermaye yaylasına, ovasına, dağına, deresine, ırmağına el koymuş.
SERMAYENİN YOK EDİCİLİĞİ
Sermaye mimarların elbirliğiyle betondan, camdan oluşan hurda metal görünümlü binalar dikiyor. Bu mimarlar, İstanbul’dan kaç uygarlık geçtiğini, bu uygarlıkların İstanbul’a kazandırdığı tarihi mimari yapıları, incelemeyi, örnek almayı bilseler mimarların çoğu istifa ederdi, doğanın, tarihi yapıların tahribatına elbirliği etmezlerdi. İstanbul’da bu zamanda yapılan yapıların hiçbiri mimari estetiği yoktur. Cam kutularından oluşan yapılar birbirinin güneşini, havasını kesiyor. Kentsel dönüşümde ,mimarlar bilimsel, estetik sel bilinçten uzak bir çalışma yürütüyorlar.
Marx Kapital birinci ciltteki bir başka dip notta Thomas More’dan yine bir alıntı yapıyor; “Başka yerde o kadar tatlı o kadar tok gözlü olan bu koyunlar, İngiltere’de öyle aç gözlü, öyle doymak bilmez olmuşlar ki, insanları bile yitiyorlar. Kırları, köyleri, evleri silip süpürüyorlar.” (Marx, age, S. 684)
Evet kentsel dönüşümle, sermaye sit alanlarını, 2B orman alanlarını, tarihi yapıları, kıyıları, koyları, özel mülkiyeti, kamusal alanlarını, büyük bir iştahla yiyor, silip süpürüyor.
Güldane BULUT