Gerçek bir milliyetçi bu suça ortak olmaz

0
1308

Ümit ÖZDAĞ

AKP ile Bahçeli arasında yapılan Anayasa değişikliği anlaşması sonucunda ortaya çıkması hedeflenen anayasanın Kuzey Kore modeli bir anayasa olduğu açık. Bu anayasa yürürlüğe girerse, Türkiye Cumhuriyeti’nin yerini Erdoğan cumhuriyetinin alacağı görülüyor. Böyle bir anayasanın Türk toplumunun ulaşmış olduğu demokratik anlayış seviyesi göz önünde tutulduğu zaman TBMM’den geçmesi mümkün görünmüyor. TBMM’den geçmesi durumunda ise Türk halkının referandumda “Burası Kuzey Kore değil” demesi büyük bir ihtimal. Ancak, olağanüstü hal rejimi ve medyada muhalefeti susturup baskı politikaları ile referandumda “evet” sonucu alınması durumunda da böyle bir anayasa ile Türkiye’yi uzun süre yönetmek mümkün değil.

Bu gerçekler bir yana o pakette şu ana kadar pek dikkat çekmeyen öyle tehlikeli bir düzenleme var ki!.. Bahse konu düzenleme Anayasa’nın 123 ve 126’ıncı maddelerine ilişkin. İşte bu maddelerde yapılması hedeflenen değişikliklerle “özerk bölge” kurulması mümkün hale gelebilecek.

EYALET MODELİNİ SAVUNDUĞU GİZLİ DEĞİL

AKP’nin milli ve üniter devleti benimsemediği iddiası bir şehir efsanesi değildir. Kaldı ki, bunu 2013 yılında “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” ilk dört maddenin değiştirilmesi teklifini TBMM’ye vererek, ortaya koymuştur. Daha birkaç yıl önce İmralı’da Öcalan ile ortak anayasa yazan AKP’nin, bugün üniter ve milli devleti kabul ediyor gibi görünüp, yarın başkanlık sistemi kurulduktan sonra ilk iş olarak HDP ve PKK ile yeni bir müzakere süreci başlatmasını tahmin etmek zor değildir.

İstiklal Harbi’mizin sonucunda kurulan Aziz Cumhuriyetimizi hiçbir zaman benimsemeyen, her fırsatta Türk Milleti’ne ve milli-üniter devlet anlayışına karşı olduğunu gösteren bir politik zihniyet, Türkiye’yi hızla federasyona ve bölünmeye sürükleyecektir. Erdoğan’ın federasyonu düşündüğü, eyalet modelini savunduğu da gizli bir husus değildir.

İşte bu doğrultuda adımların atılmasını sağlayacak bir düzenleme Anayasa’nın 123. maddesinin üçüncü ve 126. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılması ve eklenen yeni fıkra ile mümkün hale gelmiştir.

 

Öncelikle şunu vurgulayalım; Anayasa’nın ilk dört maddesi ancak 123-126 maddeler ile anlam kazanmaktadır.

Şimdi bu maddelere ve yapılan değişikliğe bakalım.

10 VİLAYETİ İÇİNE ALAN ÖZERK BÖLGE

123. madde devlet teşkilâtının düzenlenmesini sağlayan bir maddedir ve şöyledir:

“İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla ve kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulur.”

İşte bu maddenin 3. fıkrası yapılan değişiklikle şu hale gelmiştir:

“İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, kanunla veya cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulur. Üst düzey kamu görevlilerin atamalarına ilişkin usul ve esaslar Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir.”

Böylece Cumhurbaşkanı, kararnameler ile devletin esas teşkilatını kurma yetkisine kavuşmuştur.

126. maddenin mevcut hali ise şöyledir:

“Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.”

Değişiklikle madde şu hale gelmiştir:

“Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilâtı kurulabilir. Merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının; kuruluş, görev ve yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir.”

Bu değişikliğin amacı, TBMM’de herhangi bir tartışmaya izin vermeden, devletin kurumsal yapısının bölgesel zeminde yeniden kurulması imkanını elde etmektir. Sözkonusu düzenlemeyle Erdoğan, Güneydoğu Anadolu’da 10 vilayeti içine alan bir özerk bölge oluşturabilecektir. Buna yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması kılıfını giydirmek hiç zor değildir. Esasen Hakan Fidan Oslo görüşmelerine katıldığı zaman kendi katılımından önce yapılan görüşmelerde yüzde 95 oranında uzlaşıldığını ifade etmiştir. İlk aşamada sözde üniter devlet modeli içinde yapılacak bu düzenleme daha sonra anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi ile federe bölgeye dönüşecektir.

BEN GERÇEK BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİNİN…      

Böyle bir değişikliğin TBMM’den çıkma ihtimali yoktur. Çünkü kamuoyu derhal ayağa kalkacak, AKP ve Erdoğan geri adım atmak zorunda kalacaklardır. Ancak bu düzenlemeden sonra Türkiye bir sabah uyandığında cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile böyle bir özerk bölgenin kurulduğunu görebilir. Ve dahası aslında bu madde Erdoğan’a referandumun yapılması ve cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda devleti tekrar kurma imkanı vermektedir.

Bu noktada sorulması gereken ilk soru şudur:

MHP milletvekilleri, Erdoğan’a Türkiye’yi özerk bölge üzerinden federasyona götüren bir süreci gerçekleştirmesi için gereken gücü verirler mi? Ben gerçek bir Türk Milliyetçisinin, Ülkücü Harekete mensup bir insanın asla İstiklâl Harbinin sonunda kurulan milli ve üniter devleti tasfiye edecek bir sürece ortak olmayacağına inanıyorum. MHP milletvekillerinin, Türkiye’nin birliği uğruna binlerce gencini şehit vermek zorunda kalan bir hareketin mensupları olarak Atatürk-Türkeş çizgisine ihanet etmeyeceklerine inanıyorum. Hiçbir makam, mevkii vaadinin onları çocuklarına ve torunlarına Türkiye’nin özerklik-federasyon-parçalanma çizgisinin suç ortakları haline getiremeyeceğine inanıyorum.

Prof. Dr. Ümit Özdağ

***************************************************************

Partili cumhurbaşkanı hezeyanı

Her şey bir şeye dayandırılırsa, o bir şey çekildiğinde her şey yıkılır. Ayrıca, uzayda sonsuz bilgi olduğundan, her şeyi bir kişinin bilmesi ve yapması varlık kanunlarına aykırıdır. Dolayısıyla insanlar görev dağılımı yapmak zorundadırlar. Bu nedenle bilimde, devamlı yeni alanlar oluşuyor ve her ayrıntıda da sonsuzluk olduğundan başka yeni alt alanlar oluşuyor…

Özelde, kendimize ait bireysel yaşamımızda, kimseyle tartışmadan kararlar alıp hızlıca uygulayabiliriz; ancak kamusal yaşam böyle değildir ve olamaz. Toplumsal karar ve uygulamalar, herkesin yaşamını ve geleceğini ilgilendirip etkilediğinden herkesin tartışmamaya, eleştirmeye ve önerilerde bulunmaya hakkı vardır. Bir toplumun ve demokrasisinin gelişimi; kuvveti (yetkiyi), kişi veya kişilerde değil; olabildiğince çok kurumlar arasında paylaşılmasıyla ilişkilidir. Yani; bir devlette demokrasinin gelişimi, o devletteki kurum ve organ sayısıyla doğru orantılıdır. Herhangi bir yetkiyle yetkilendirilen ne kadar çok kurum ve organ varsa, o devlette demokrasi o kadar çok gelişmiştir. Tersine, yetkiler çok, kurum sayısı azsa; yani, yetkiler az sayıdaki kurumlara yığılıyorsa, o devlette demokrasi yok demektir…

Yazımıza başlarken, uzayda sonsuz bilgi olduğunu ve her şeyin bir şeye dayandırılmasının tehlikeli olduğu gibi, her şeyi de bir kişinin bilip yapmasının imkansız olduğunu ve bu nedenle görev dağılımının zorunlu olduğunu belirttik. İşte demokraside, az yetki ve olabildiğince çok kurum olma özeliğinin aranması; demokrasinin varlık kanunlarıyla ve bilimle uyumlu, bilimsel bir gerçek olduğunu gösterir. Ayrıca, güçler ayrılığının bulunduğu devlet yaşamında, aynı görev içinde dikey hiyerarşi bulunur; farklı görevler ise yatay hiyerarşiye tabidir. Yani devleti, en son tepede bir kişi temsil etmez; yargının bir numarası farklıdır, idarenin bir numarası farklıdır. Devlet ise bunların hepsidir. Hiçbir kişi ve kurum devleti tek başına temsil edemez…

Şimdilerde, bilime ve demokrasiye aykırı şekilde; yönetimde aile saltanatı kurmak isteyen bilgisiz ve şaşkınlar, sistemin tıkandığını, çok başlı olduğunu, anayasa değişikliğine gerekçe göstermeye yelteniyorlar. Bölücü AKP’den önceki 80 yılda sistem tıkanmadı da şimdi mi tıkandı? Sistem tıkandıysa, bu sistemin suçu değil, o sistemde görevi kötüye kullanarak 15 yıldır bozgunculuk yapanların suçudur. Yani bizzat kendilerinin oradan çıkmaları sistemi kurtaracak. Ayrıca, çok başlılık da ne demek? Cumhuriyet, yani demokrasi zaten çok başlılık demektir. Bu cahil ifadelerinden anlaşılıyor ki, demokrasiyi, hukuku hiçbir zaman anlayıp benimseyemeyecekler ve her zaman, elinde değnek bulunan, bir tek çobana ihtiyaç duyacaklar. Bunlar, Başbakanlık kurumuna, kesilip atılması gereken apandisit ve safra muamelesi yapıyorlar ve böyle bir ameliyatı, Türk milletine sağlıklıymış gibi göstermeye cüret ediyorlar. Çok başlı deyip yetkiler bir kişide toplanırsa; o kişinin yapacağı yanlışları, kim denetleyip durdurabilecek? Böyle ilkel, çobancı sürü anlayışı olabilir mi? Elbette olamaz. Yetkisi çok olmayacak, denetlenme de denetlenecek diyenlere sormak gerekiyor; şimdiye kadar kanunlara aykırı şekilde her türlü hukuki denetimlerden kaçanlar, bundan sonra yapmak istedikleri anayasal değişiklikte, daha fazla denetim değil, aksine denetimsizlik getirmeyi amaçladıklarını kanıtlar…

Bir de, partili cumhurbaşkanı diye tutturdular. Partili cumhurbaşkanı nasıl olacak? Bir kere cumhurbaşkanı, cumhurun yani herkesin başıdır; dolayısıyla, partili cumhurbaşkanı olamaz, bu cumhuriyete aykırıdır ve adı konulmadan cumhuriyetin ortadan kaldırılma girişimidir. Ayrıca cumhurbaşkanı, bir partinin genelbaşkanı olursa veya partinin MYK’sında yer alırsa, seçimlerde o partinin milletvekili adaylarını da belirleyecek; bu demektir ki, yasama üyelerinin bir kısmını belirlemiş olacak. Yani bu durumda, geniş yürütme yetkileri bulunan partili cumhurbaşkanı, bazı yasama üyelerini de belirleyerek yasamayı da denetimine alacak. Bu nedenle partili cumhurbaşkanı, cumhuriyete aykırı olduğu gibi, demokrasinin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı ilkesine de aykırıdır. Yapılmak istenen değişiklikle partili cumhurbaşkanı, milletvekili adaylarını belirleyerek sadece meclisi denetlemeyecek; aynı zamanda KHK yayınlayarak meclisin yasama yetkisini de tek başına kullanabilecek. Bu ise tamamen felakettir; 1215 yılındaki Magna Carta’nın yani 800 yıl öncesinin bile gerisine düşmektir…

Cumhuriyet, Milletin Egemenliği demektir. Millet, egemenliğini doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki şekilde kullanır. Yetkililer ve kurumlar aracılığıyla kullanılan yetkiler, Milletin dolaylı egemenliğidir. Millet, Egemenliğini doğrudan kullanmasıyla birlikte, yönetim şeklinin Cumhuriyete en yakın olabilmesi için, aynı zamanda Milletin dolaylı kullandığı yetkilerin de bir tek kişide veya bir kurumda toplanmaması gerekir. Yani; ne kadar çok yetkili ve kurum varsa, o kadar Cumhuriyete yakınlık ve Milletin Egemenliği var demektir. Bu nedenle, bölücü AKP’nin, meclisin, bakanların, başbakanın yetkilerini, bir tek kişiye yığarak Türkiye’yi bir tek kişinin keyfine teslim edecek anayasa değişikliği teklifi Milletin Egemenliğinin devri ve Cumhuriyetin ortadan kaldırılmasıdır. Böyle bir değişiklik teklifi, meclise sunulamaz ve oylanamaz; çünkü bu teklif Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez olan 1. maddesine aykırıdır…

Dünyada tek iyi örnek denilebilecek başkanlık düzeni Amerika’da uygulanıyor. Ancak orada yasamayla yürütme tümden ayrıdır; yani yasama yetkisi olanların hiçbir yürütme yetkisi olmadığı gibi, yürütme yetkisi olanların da yasama yetkisi yoktur; böylece yetkilerin, kişisel çıkar amaçlı kullanılması denetlenerek önlenmeye çalışılıyor. Başkanın ise, bırakın yasama yetkisini; çok sınırlı yürütme yetkisi vardır. Ayrıca bilindiği gibi Amerika’da başkanlık, Birlikçi (üniter) yapıda değil; özerk eyaletli federasyon şeklindedir. Türkiye’de yapılmak istenen değişiklikle, cumhurbaşkanına neredeyse hem sınırsız yürütme yetkisi verilmek isteniyor hem de demokrasinin ve hukukun olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı şekilde yasama yetkisi de verilmek isteniyor. Evet; yapılmak istenen bu değişikliklerle Birlikçi (üniter) devlet yapısına şimdilik dokunulmuyor ancak bu değişiklikler gerçekleşirse; cumhurbaşkanına verilen yetkilerle cumhurbaşkanı istediği anda özerk eyaletli federasyon yapısına geçişi düzenleyebilecek. Çünkü merkezden yönetim birliğini düzenleyen anayasanın 123. ve 126. maddelerinde de, Türkiye Cumhuriyetinin birliğini ve dolayısıyla varlığını ortadan kaldıracak şekilde değişiklikler teklif ediliyor…

Anayasanın 123. maddesinin 3. fıkrasında yapılmak istenen değişiklikle, madde şu hale geliyor: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, kanunla veya cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulur. Üst düzey kamu görevlilerin atamalarına ilişkin usul ve esaslar Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir.” Böylece Cumhurbaşkanının, kararnameler ile devletin esas teşkilatını kurma yetkisine kavuşması isteniyor…

Anayasanın 126. maddesinde ise yapılmak istenen değişiklikle, madde şu hale geliyor: “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilâtı kurulabilir. Merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının; kuruluş, görev ve yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir.”

Bu değişikliğin amacı, TBMM’de herhangi bir tartışmaya izin vermeden, devletin kurumsal yapısının bölgesel zeminde yeniden kurulması imkanını elde etmektir. Söz konusu düzenlemeyle cumhurbaşkanı, Güneydoğu Anadolu’da 10 vilayeti içine alan bir özerk bölge oluşturabilecektir. Buna yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması kılıfını giydirmek hiç zor değildir. Esasen Hakan FİDAN Oslo görüşmelerine katıldığı zaman kendi katılımından önce yapılan görüşmelerde yüzde 95 oranında uzlaşıldığını ifade ettiydi.[1]

Çoğumuz, günlük yaşamımızdaki deneyimlerimizle biliyoruz ki, ehliyetsiz, ezik, gelişmemiş, yetersiz kişiliksizler, herhangi bir kamu göreviyle yetkilendirildiklerinde, orasını devamlı kendilerine ait tapulu mülkü sanırlar. Oysa kamusal yaşam, özel mülkiyet değildir. Daha açık yazmamız gerekirse, böyleleri, herhangi bir şekilde ellerine geçirdikleri bir yetki sonrasında devleti özel mülkiyeti zannettikleri gibi; akraba, hemşehri, eş, dost gibi değişik ilkel güdülerle kadrolaşarak orada aile saltanatı kurmayı da hayal etmeye başlarlar. Oysa bulundukları konuma göre, gerekli kurumlar ve yetkililerce, orada belli ve geçici bir süre görevli olarak bulunacakları kendilerine hatırlatılmalı ve bunu bir an bile akıllarından çıkarmamaları etkili denetimlerle garantilenmelidir. Bu kişilerin ehliyet bilinci olmadığından, böyle hastalıklı davrandıkları anlarda, devlet için gerekli olanın ne olduğu kendilerine hatırlatılmalı ve hatta yasalara aykırı icraatları varsa yargılanmalıdırlar…

Geleceğe yönelik bir iddianın gerçekliği, onu kendiyle bağımsız değil, geçmişte olanlarla ilişkilendirerek değerlendirildiğinde ortaya çıkar. Bizim tüm söylediklerimiz, geçmişten geleceğe birbiriyle uyumlu bir bütün oluşturuyor ve gerçeği çırılçıplak ortaya seriyor. Olması gerekenler değil, olmaması gerekenler ülkemizde oluyor ve önce uygulamalarla topluma alıştırılan despotluk, zorbalık, yapılmak istenen anayasa değişikliğiyle yerleşik hale getirilmeye çalışılıyor…

Tüm bu maddi kanıtlı gerçekler ortadayken muhalif siyasi ekiplerden biri Avrasyacılık, diğeri fiili durum hukukileştirilsin lakırdılarıyla bölücü AKP güzellemeleri yapıyorlar. Şu işe bakın ki, geçmişte birbirlerine sözde karşı olanlar, şimdilerde AKP güzellemelerinde birleşiyorlar. Neymiş, AKP hep yanlış yapmıyormuşmuş, az da olsa doğru yaptığı varmışmış. Bunlardan bir kısım aklı karışık duygusallar, bir tek yanlış nedeniyle AKP dışındaki herkesi silip atabilirken, AKP’ye sıra gelince tonlarca yanlışı yokmuş gibi bir tek doğrusunu arama hamallığına yelteniyorlar. Yok derin devlet AKP’yi kontrolüne almışmış, AKP milli çizgiye gelmişmiş, vatan cephesinde buluşmuşlarmış. Bunların hiç birinin maddi kanıtı yok, hepsi palavra. Gerçekte AKP devlette derinleşiyor ve AKP devleti kuruluyor. Yani Türkiye’nin yararına, olumlu bir tek somut gelişme yok ve olması da amaçlanmıyor. Aksine 15 Temmuz başkanlık darbesiyle anayasal yapı, hukuk düzeni darmadağın edildi. Bölücü AKP’lilerin, fiili durum dedikleri bu suçlardan yargılanmaları gerekirken, yargıçlar, kaçak sarayda adli yıl açılışına katılıyor ve himmet dilendikleri herifin yanında önlerini iliklemek için cübbelerinde olmayan düğmeleri arıyorlar…

Bölücü AKP’lilerin anayasayı çiğneyen ve dolayısıyla suç olan ve yargılanmalarını ve ceza almalarını gerektiren eylemlere, hezeyanlarla dolu kafalar fiili durum diyor. Oysa fiili durumdaki fiil, yapmak, etmek, iş demektir. Olumlu iş (fiil), olabileceği gibi, olumsuz işler (fiiller) de vardır. Örneğin, hırsızlık bir fiildir. Hırsız, birşeyi çalarken yakalansa ve bundan dolayı yargılanmaya çıkarılsa, yargılamada “beni hırsızlıktan yargılayamazsınız, çünkü fiili durum oluştu” şeklinde kendini savunsa hepimiz takdir ederiz ki böyle bir durum kesinlikle hukuki olmaz. Fiillere göre hukuk yapılsa, dünyadaki olumlu olumsuz her iş hukuki olur. Böyle birşey, doğru yanlış, güzel çirkin, iyi kötü, gerçek yalan gibi zıtların ayırt edici anlamının kaybolmasına ve her şeyin birbirine karışarak tam bir karmaşanın ortaya çıkmasına neden olur. Değişik araçları ellerinde bulunduran ve bunlarla baskı, şiddet ve zorbalık yapan kişilerin, fiili durum diyerek önceden yazılı ve belli olmayan ve her an değişen keyiflerine göre toplumu şekillendirmesi, o toplumda yaşamı çekilmez hâle getirir. Anayasanın bir özelliği, yazılı, açık, seçik, net olarak ortada olması ve bu nedenle kişilerin, nerede, ne zaman, ne yaptıklarında, herkesin nasıl eşit şekilde yargılanacağını bilmeleri ve topluma devamlı güvence garantisi vermesidir. Ayrıca hukuk biliminde Devid HUME kanununa göre, fiil hukuktan gelir; hukuk fiilden değil; yani her fiil, hukuka dayanmak zorundadır…

Herkesi ikna ederek zaman kaybetmek istemeyen sömürgecilik, işlerinin burada hemen, acilen, derhal gerçekleştirilmesi için yetkilerin bir kişide toplandığı bir yönetim şekli arzuluyor. Bu dış dayatmayı kendi çıkarlarına kullanmak isteyen içerdeki güruh da, aile saltanatı kurma hevesinde. Yani bundan sonra ALBAYRAK, BAYRAKTAR, ERDOĞAN ailesi olmak üzere Türkiye’yi 3 aile yönetecek; yapılmak istenen bu. Bunu kanıtlayacak pek çok uygulama var. Evet, her başbakanın, cumhurbaşkanının oğlu ve benzeri birinci derecede yakınları geçmişte de yolsuzluklara bir şekilde karıştı. Ama bugüne kadar, hiçbir başbakanın, cumhurbaşkanının damadı bakan yapılmadı ve hatta parti genelbaşkanı veya başbakanlık için adı dillendirilmedi. Onlar, sadece görev süresi içinde çaldılar; devleti devamlı ele geçirecek ve orada devamlı kendileri olacak şekilde tezgah kurmaya yeltenmediler. Bu herifin yakın çevresinde yer alanlar ise, şoför, berber, danışmanlar, milletvekili yapılıyor, en etkili kurumların başına atanıyor. Evet; ne kadar belli etmemeye çalışsalar da, bölücü AKP’de şimdilik üst düzey görevlerde bulunanların ve aileden olmayanların çok azı belki bu durumdan rahatsız. Çünkü bu kişiler, damat, gelin, kaynana, görümce ve eltilerden atanmış yetkililerden oluşacak aile saltanatı gelecekte kurulursa işlerinin bitirilip bir kenara atılacaklarını ve kendileri gibi aileden olmayan hiç kimseye bir daha asla atanma sırasının gelmeyeceğini biliyorlar. Bu da demek oluyor ki, bir zamanlar yalakalık ettikleri kişiler sayesinde değil; ne yazık ki düşmanlık ettikleri ve bir an bile ihmal etmeden yıkmak için uğraştıkları cumhuriyet sayesinde o makamlarda bir zamanlar bulunabildiler. Her an yıkmak istedikleri Cumhuriyet olmasaydı, değil o makamlarda bulunmak, yemlenmek için hiçbir zaman yalakalık yapma fırsatını bile bulamayacaklardı. Bazı alıklar da, anayasa değişiklik davetlerinin taktik olduğunu, AKP’nin kendi içinde fireler vererek anayasa değişikliği için mecliste gerekli olan 330 vekille raferanduma gitme yeter sayısının çıkarılamayacağını ve AKP’yi bölebileceklerini iddia ediyorlar. Peki, bu mümkün mü? Bugüne kadar bir tek AKP kongresi iki genelbaşkan adayıyla yapılmadı. Kendilerinin karizma dediği, gerçekte ise bir tür insan fetişizmi nedeniyle hadi diyelim Tayyip’in karşısına çıkamadılar. Peki, Tayyip’ten sonra hangi adaylar bağımsız, özgür iradeleriyle AKP genelbaşkanlığına aday oldu? Hiçbiri! Tayyip’ten sonraki de, sonrakinden sonraki düşük profilli de Tayyip’in atamasıyla genelbaşkan yapıldı. Delegelere ise, şeklen göstermelik oy kullandırıldı. Bunlarda işleyiş, bilgiye, yetkinliğe değil; böyle kişi fetişizmiyle, hastalıklı iradelerine ipotek koydurarak yardım ve merhamet dilenciliğine bağlıdır. Bu nedenle, hiçbir birikim ve yetenekleri olmadığı halde, şimdiye kadar bu herife yalakalıklarıyla AKP hükümetlerinde yer alarak yemlenenler, köleleşen ruhlarıyla ya durumu kabullenecekler ya da olmaz ama çok derinlerinde kalan insandaki evrensel psikolojik özellikler, içlerinde zamanla kalınlaşan sert itaat kabuğunu kırarak yüzeye çıkacak ve özgürlüklerini gerçekleştirmek için peşinen itiraz edecekler. Ancak, yukarıda da yazdığım gibi AKP’de demokrasi kültürü olmadığından itiraz edeceklerini hiç sanmıyorum. Dolayısıyla, bugüne kadar bir tek örneğini görmediğimiz ve bundan sonra da asla göremeyeceğimiz AKP’de demokrasi olur mu hayaliyle ülkemizin bekasını tehlikeye atacak şekilde sazan muhaliflerin böyle bir denemeye girişmelerine gerek yok. Hem devlet işleri, deneme yanılma yoluyla götürülemez; devlet işlerinde deneme yapılırsa ve sonucunda yanılma olursa, devletin varlığına giderilmesi imkansız zararlar verilir. Devlet işlerinde, deneme yanılmayı sadece ahmaklar yapar. Birikimli insanlar, devlet işlerini, deneme yanılmayla değil, maddi kanıtlı, kesin doğru ve gerçek bilgilerle yapar…

Deniz KAÇAĞAN

http://www.turansesi.com/…/partili-cumhurbaskani-hezeyani.h…

Kaynak:
[1] http://odatv.com/gercek-bir-milliyetci-bu-suca-ortak-olmaz

CEVAP VER

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.