İstemem Eksik Olsun

0
1927

Ya ne yapmak lâzımmış?
Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi,
Bir ağaç gövdesini tıpkı sarmaşık gibi,
Yerden etekleyerek velinimet sanmak mı?
Kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı?

İstemem eksik olsun! Herkes gibi, koşarak,
Yabanın zenginine methiyeler mi yazmak
Yoksa nâzırın yüzü gülecek diye bir an
Karşısında takla mı atmak lâzım her zaman?
İstemem eksik olsun! Ricaya mı gitmeli?

Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim?
Yahut eğilmekten mi ağrısın ötem berim?
İstemem eksik olsun! Tazıya tut, tavşana
Kaç mı demeli? Belki kaz gelir diye bana
Tavuk mu göndermeli? Yoksa bir fino gibi

Susta durmak mıdır ki, acep en münasibi?
İstemem eksik olsun! Bir kibar salonunda
Kucak kucak dolaşıp boy atmak ve sonunda,
Marifet şire koyup kameri, yıldızları,
Aşka getirmek midir, kızları?
İstemem eksik olsun! Yahut şan olsun diye,

Meşhur bir kitapçıya giderek, veresiye
Şiir mecmuası mı bastırmalı? İstemem
Eksik olsun! Acaba bulup bir alay sersem
Meyhane köşesinde dâhi olmak mı hüner?
İstemem eksik olsun! Bir tek şiirle yer yer
Dolaşıp ta herkesten alkış mı dilenmeli?
İstemem eksik olsun! Yoksa bir sürü keli

Sırma saçlı diyerek göğe mi çıkarmalı?
Yoksa ödüm mü kopsun bir Allahın aptalı
Gazeteye bir tenkid yazacak diye her gün?
Yahut sayıklamak mı lâzım: Adım görünsün
Aman! diye şu meşhur Mercure ceridesinde
İstemem eksik olsun! Ve tâ son nefesinde

Bile çekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek,
Şiir yazacak yerde ziyaretlere gitmek,
Karşısında zoraki sırıtmak her abusun.
Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun!
Fakat, şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,
Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya,
Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı

İsteyince şapkayı ters giymek, karışanı
Olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
Kalemine sarılmak ve ancak duya duya
Yazmak, sonra da gayet tevazula kendine:
Çocuğum! Demek, bütün bunları hoş gör yine,

Hoş gör bu çiçekleri, hattâ bu kuru dalı,
Bunlar yabanın değil kendi bahçenin malı!
Varsın küçücük olsun fütuhatın, fakat bil,
Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil.
Ara hakkını hattâ kendi nefsinden bile.
Velhasıl bir tufeylî zilletiyle

Tırmanma! Varsın boyun olmazın söğüt kadar,
Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar?
Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına
Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!

Edmond Rostand

****************************************************

“Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi,
bir ağaç gövdesini tıpkı sarmaşık gibi,

yerden etekleyerek velinimet sanmak mı?
kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı?
istemem eksik olsun! herkes gibi, koşarak,
yabanın zenginine methiyeler mi yazmak
yoksa nâzırın yüzü gülecek diye bir an
karşısında takla mı atmak lâzım her zaman?”

 

“fakat, şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,
yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya,
gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
isteyince şapkayı ters giymek, karışanı
olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
kalemine sarılmak ve ancak duya duya
yazmak…”

Cyrano, Don Kişot gibidir; boşa kılıç sallamamış, rüzgâra ayak uyduranlara saldırmıştır. Çünkü değirmene çarparsanız yıldızlara da uçabilirsiniz. Tüm istemeyen, eksik olsun diyenler için..

**************************************************************

Yüzyıl önce tarihler, 1900’ü dönerken, Fransa’nın en meşhur adamı Cyrano de Bergerac’ın yazarı, Edmond Rostand idi. Aynı yıllarda Fransa’da Dreyfus davası sürüyordu. Ama edebiyatçılar, gazeteler, halk, Rostand’ı konuşuyor. Yediği, içtiği, giyindiği, söylediği herşey halkın ağzında. Cyrano de Bergerac yeni sahnelenmişti. Dünya edebiyatı sanki romantizmi yeni keşfediyordu, bu denli naif ve bu denli kutsal imgeler, kılıç, şiir, aşkı bu denli sarhoş edici şekilde hiçbir yazar biraraya getirememişti.

Oyun hızla başka dillere çevrildi. Uzak ülkelere kumpanyalar. Hatta İstanbul’a dahi geldi, ancak, oyunun kahramanının uzun burnu, Abdülhamit’in burnunu andırıyordu, izin verilmedi!

Cyrano, Don Kişot, Hamlet, Raskolnikov gibi dünya edebiyat tarihinin “hazret”lerinden. Aşk mektubunun üstündeki gözyaşlarını, seni yazmak ne zor Cyrano! Aldığın yaraları taşıyor hâlâ yazarlar. Nükte, alay, şiir, kılıç, düello, yoksulluk, gurur ve aşk. Bunlar için, bütün coğrafyalarda paranın, şöhretin saltanatına karşı hâlâ senin tiradların okunuyor Cyrano: “İstemem eksik olsun!”

Onbinlerce kez sahnelendi. Ancak, Fransız halkının bu oyuna düşkünlüğü çok zaman sonra alaya dahi alındı. Nerdeyse bizim “Malkoçoğlu” filmlerine döndü.

Her eserin konusunu, halk, Tanrı, insanlar, eşyalar, vs. oluşturur. Cyrano’nun konusu ise: “Edebiyat”tır. Eser, edebiyatın ne olduğunu ve temel kavramlarını işler. Son sahnede, sevgilisi Roxana’nın, manastır bahçesinde akşam vakti işlediği gergefin üstüne düşen yapraklar, bu oyunda “azrail” rolünü oynar. Bu oyunda, çapkınlık, sevişme, buluşma hiç yoktur, hepsinin rolünü “yapraklar” üstlenir.

Genç edebiyatçı için Cyrano’yu okumak askerlik hizmetidir. İşgal kuvvetlerine (medya yazarlarına) karşı savaşmak için edebiyatın haleti ruhiyesini, doğuş sebeplerini, varlık sebebini en iyi anlatan bu naif, romantik şaheserdir!

Yapraklara hayranlığımızla eğlenmeyin. Onların bir sonbahar günü, rüzgarla hayranlık verici son uçuşlarında nefes kesici akrobasileri hüznümüzü kırbaçlar. Duygu ve hayallerimizi, insanlığın bayrağı yapan yaprakların bu son süzülüşleridir. Ağacından firar eden, kendini ateşe, bilinmeyene atıveren yaprakların havadaki “s” kıvrımları sevgilinin dudak çizgileridir. Rüzgarın nereye savuracağını bilmeden korkusuzca boşlukta raksedişleri edebiyat’ın cennetidir! İnsanlar, mal, para, mülk sahibi olmayı ister. Edebiyatçının mülkü sadece bu yapraklar! Bir imge olarak edebiyatın hazineden sorumlu bakanıdırlar. Rüzgarda kendini boşluğa umarsızca bırakışı ruhun en güzel en isyankar süsüdür!

Cyrano’yu eşsiz bir klasik yapan, hâlâ insanoğlunun ruhunu kamçılamasının sebebi: “güzel sözler”dir. Cyrano için güzel söz: “hayatın anlamı, hayatın tadı.” Zeki ve ince ruhlu insanların büyüleyici sözlerinden güzel ne vardır dünyamızda. Güzel bir söz, çoktan hayatımız için lüks oluverdi. Oysa mutlu hayat dediğimiz şey, bizi övmüş, okşamış, şımartmış güzel sözleri topladığımız gizli sandıkların ta kendisidir. Güzel sözlerle okşanmamış bir kadın, canlı bir cenazedir!

Kanımızın sıcaklığı, sinirlerimizin titreşimi sabah akşam bir güzel söze muhtaç! Güzler sözler neden aşırı duygusallığın konusu oluverdi. Modern topluma nefretimiz, sert eleştirimiz bu, bir güzel söz sahibini artık melankolilikle suçluyor, aşırı incelik, başka, ilginç, tuhaf bir yere doğru uzaklaştırıyoruz. Estetik ameliyatlar, ölümcül diyetlerle, topluca bedenlerine işkence eden kitleler, bir güzel söz öğrenmek ve söylemeyi neden hiç dert edinmiyor. Bedenimize nitelik katan bir güzel sözdür. Belki de çağımızın depresyonları, psikiyatristlere koşturmaları bir güzel söz eksikliğinden.

Birden aklıma geliverdi işte, divandan: “Bahçeler bezendi, çimenler süslendi. Sevgiliden geliyorum haberini, benden önce bu bahçeye kim getirdi!”…

Bir zamanlar insanlar canlarını güzel sözlerle korur, bedenlerini kötülüklerden güzel sözlerle kurtarırdı. Zerafet, sanat, nezaket ancak güzel sözlerle mümkündü. Bir zamanlar neden insanlar ölümsüzlüğü güzel sözlerde ve onların ince hikmetlerinde, okşayışlarında aradı! Kalbimizi saran bir güzel söz, göğsümüzün üstüne bastırdığımız sevgiliden bir küçük pusuladır. Velhasıl bu amansız gerilla savaşında tek nevalemiz ve silahımız sadece çürümüş yapraklar! Allah kimsecikleri kurumuş yapraklardan, bahçelerden, uzun yürüyüşlerden, güzel sözlerden eksik bırakmasın. Hayatımız için çok sert tedbirler alın, birkaç güzel sözü kalbinize bastırın!

Roxana, oyunun kadın kahramanı, iki sevgilisine rağmen ömrünce bir erkeğe dokunmadı, ölen sevgilinin aşk mektubunu yaşlanıncaya kadar kalbinin üstünde sakladı. Güzel sözlere düşkünlüğüyle zerafet ve nezaketin timsali, bu güzel sözleri derin bir sır, dünyanın en büyük hazineleri gibi “taşıyışıyla” Fransız edebiyatının, romantizmin baş kahramanı oldu! Genç edebiyatçıların ne zaman ruhu çalkalansa, sokaktaki bütün kadınları Roxana gibi görür. Roxana, saf, temiz, pırıl pırıl bir aşk ve yüce fedakarlık! Genç yazar, genç şair, duy sesimi, sokaklarında kelime güzelliklerini kahramanlaştıracak tek bir Roxana kalmadı!

Roxana’ya aşık iki erkek, biri Christian, diğeri gizlenmiş sevgilisi: Cyrano! Christian çok yakışıklı, Cyrano çok çirkin. Cyrano aşkına ebediyyen karşılık alamayacağını bilir. Christian’a yalvarır: “Sen bana güzellik ol / Ben sana ruh olayım!”…

Güzel yazılar, güzel sözler toplumun ruhudur! Göklerden bir güzel söz için ayrıldık. Tanrı’nın yanından, birbirimizi okşamak, iltifat, şımartmak için uzaklaştık! Yazarların geceleri gidip gidip ziyaret ettiği bir kavmi var. Kara toprakla sevişen. Kara saçlarını tarayıp uzun selvilere dayanan. Çekingen, utangaç, gizli, gecelerin ülkesi. Ağır yükler taşır gibi kararan havayla inliyor gibi. Et deri kalmamış, üzüntü, sıkıntıdan kararmış akşamlar. Sözün kabarık coşkusu olmasa, bu sert, bu demir paslı keskin perdesi akşamların. Akşamlara yarı sarhoş koşan kimlerdir? Tam vazgeçerken bu dünyadan bizi alıkoyan kimin dudaklarından dökülen sözlerdir.

Hayatı, ruhumuzu güzelleştiren, ey güzel sözler! Sizleri kimler yazdı! Ne çok yazdı! İnsana hoşça vakit geçirtmek, şeytanları, boğucu sıkıntıyı taşlamak, bu hüzün tadlandırıcısı, bu duygu lezzeti, bu hayal gücü kimlerin? Durduk yerde büyük bir sevinç yaşamak için, durduk yerde zevkten deliye dönmek.. Kaç insan içimizde sandıklarında saklıyor bu sözleri. Ruhumuzu büyük ve eşsiz yüce bir manzaraya çeviren bu sözlerle içimizde kaç kişi gece gündüz yatıp yatıp kalkıyor. Aşksız geçen tek bir akşamı nasıl kaldırır bu kalabalıklar!

Cyrano, eşşiz, meşhur uzun burnuyla bir çirkinlik abidesi! Aşağılık komplekslerinin en fecisi. Dalga, daşşak geçenlerin efsanesi! Halkın alayları motor gibi makine gibi ara vermeksizin dalgasını geçer. En sağlam ruhları bile paramparça eden bir halk faşizmi. Yalnızlığa itilir. Başına her an kakılan bu bedeni kusur, hayatı için her saniye ona hatırlatılan ne büyük bir tehlike. Osmanlı orduları başkomutanı Enver Paşa’nın boyu fazla kısaydı. Atatürk’ün boyu kısa, sesi inceydi. Bir yığın aşağılık, alçak ve namussuzla her an uğraşmak zorunda! Burnunu, iğneleyici, zehirli sözleri ve kılıcıyla ölünceye dek korur! Çirkinliğini, kılıcı, şiiriyle maskelemek ister. Cyrano, basit, mıymıntı, şöhret düşkünü, burjuva özentisi insanları hiç sevmez. Onunla başedecek güçte şair yok. Şairliğiyle soylu değerler ifade eder, çirkinliğini unutturup, saf, temiz, yüce bir erdemle özdeşleşmek ister. Ama bu büyük kargaşa, çelişki, çözülemeyecek bir büyük trajedi, çünkü ne denli yüce sözler söylese, burnu her zaman o güzel sözlerine çelme takıp yine alay konusu oluyor. Gülünç, iğrenç, korkunç bir burun sahibinin soylu duyguları dile getirmesi, o burnu kendine bağışlayan Tanrı’ya karşı bir isyan, zaten Allah’a inanmaz. Burnunu gözlerden hiç saklayamaz. Gizlenemez bu çirkinlik, Cyrano’yu korkusuz ve çok amansız bir şövalye yapar. Sözleriyle başka bir bedene girmek zorunda. Durmaksızın soylu sözlerle pis, çirkin, basit insanlarla dolu bu hayata karşı koymak zorunda. Bu korkunç burun Cyrano’yu çıldırtmıştır, bu bedensi cinneti, büyük bir zekanın ürünü, incelmiş söz oyunlarıyla aşmayı dener!

Cyrano’nun kendi burnuyla dalgasını geçtiği tiradlar inanılmazdır, çirkinliğini korkusuzca tasvir ederken bulduğu söz oyunları, edebiyat tarihi için eşşizdir: “Yaptırın ona bir küçük şemsiye / Yazın fazla güneşten rengi solmasın diye!”.. “Ey burun, bütün cihanda / Seni nezle edecek güçte tek rüzgar bulunmaz!”.. Yine kendine şöyle seslenir: “Mösyö kibarsınız muhakkak / yoksa imkanı var mı cumba sahibi olmak !”..

Çok şiddetli, acı verici, ruh azaplarından doğmuş bu cümleleri, dalgasını geçenlerin yüzüne karşı, meydan okuyarak söyler ve son cümlesi: “Ancak, bana böyle şakalar yapamazsınız / Çünkü karşınıza çıkar / Bergerac’ın kılıcı!!”..

Edebiyat, yüce olanla bayağı olanın çatışmasından doğar! Ancak, yüce sözler söyleyen ağzının bir santim üstündedir o bayağılık abidesi çirkin burun! Kendisine yaptığı bu ağır şakaları zevkle okuması, gücüne güç katar. Cyrano zeki lafları, zarif buluşlarıyla dalga geçenleri denetim altına alır, susturur. Sanki çirkin burnu onu, soylu duygularla büyük bir başkaldırıya hazırlar. Basit, budala insanlara karşı bir isyan düzenler. Kendisini çıldırtan çirkinlik, burjuvalara karşı savaşının bayrağı olur. Ya da iç rahatlığını bulabilmek için, herkesten önce itiraf, teşhir edebilmeli bir insan çirkinliğini. Haysiyet sahibi insanlar, çirkinliklerini görmeden, başkalarına ateş açamaz. Ve sanki, gözünün önünden bir an gitmeyen bu çirkinlik, onu sürekli, güzel, soylu, zeki sözler söylemede talim sahibi, uğraş sahibi, kendini aşmak zorunda bırakır. Çirkin burnu, onu şiddetli bir radikal yapar. Yani, en ulaşılmaz yere, bu burunla hiç girilemeyecek yere, romantizmin kalesine tırmanır. Edebiyatın gizli anahtarını saklandığı yerden bulup çıkartmıştır: “Gurur!” Çirkin burnu, Cyrano’yu başkasından, halktan dışarı koyar, tek başına bırakır, orijinal bir yalnızlık, burnuyla yalnızlığa itilmek istenir. Kalabalık içinde onurlu insanlar gibi yaşamak bir yana, kalabalıklara “onur” dersi verir, herkesle durmaksızın savaşmak zorunda kalır. Bir bayağı komiklikten, inanılmaz bir tragedya yaratmak zorunda. Zaaf, edebiyatçıyı coşturmakla, zaaf edebiyatçıyı azdırmakla kalmaz, zaaf, yüce erdemin en kuvvetli ilacı olur ve basit ve zavallı kitleleri kılıcıyla yararak en imkansız tepeye tırmanır: Edebiyat tarihinin en romantik kahramanı, bayrağı, insanların en çirkini Cyrano olur!

Kılıç ve üstün söz yeteneğiyle korkunç çirkin burnunu aşan Cyrano, bu zalim burunla yalnız sevdiği kız karşısında utanır! Canıyla, bedeniyle sevgilinin önüne çıkamamak. Şerefi için meydan meydan dövüşen Cyrano, aşkı sözkonusu olunca bir korkak gibi davranır. Çirkin burnu yüzünden yüz kızartıcı bir suç işlemiş gibi saklar kendini. Bu radikal romantik, aşktan darbe üstüne darbe yer ve ebediyyen sözlerinin arkasına gizlenmeye karar verir. Bu soylu fedakarlığı bir hayalperestlik değil, edebiyatın amacıdır bu gizlenmek. Cyrano’nun kalbinde bitmeyen bir düzensizlik kolgezer. Çıkıp dobra dobra konuşamamak, hayatın en katı gerçeği. Ne söz, ne şeref, ne kılıcı bu utancı örtemez. Ama inadla aşkının üstüne gider, aşk savaşından bir saniye kaytarmaz, gizlendiği yerden ömür boyu mektuplar yazar.

Sevdiği kız Roxana kuzenidir, çocukluğundan beri tanışırlar. Roxana, Cyrano’yı ağbi bilir. Birgün Cyrano’dan, kendisini Christian denen yakışıklı çocukla tanıştırması için yardım ister. Sevgilinin ricası, emirlerin emridir. Başka bir çocuğu bulup elinizle teslim edeceksiniz, dayanılmaz çatışmalarla doludur Cyrano’nun ruhu!

Cyrano, yine, burjuvalara, şiiri ve kılıcıyla meydan okuduğu birgün, Christian sürekli onun burnuyla dalgasını geçer. Bu inanılmaz bir meydan okumadır Cyrano’ya. Cyrano hangi cümleyi kursa, Christian karşısına geçip “burnun mu?” der, defalarca. Etrafındakiler Cyrano’nun çocuğu asla affetmeyeceğini, doğrayacağını düşünür. Cyrano hayatında ilk kez kendine yapılan alaylara katlanır. Düz yakışıklı Christian’la başbaşa kalır ve Roxana’nın ona ilgisinden söz eder. Arkadaş olurlar!

Ancak, Christian çok tutuktur, konuşmasını bilmez, aşk sözcükleri bulamaz. Roxana karşısında rezil olacağını düşünür. Cyrano devreye girer, aşk mektuplarını kendisinin yazacağını söyler. Edebiyat, başkasının mektubunu yazmaktır. Christian’ın da çok sert bir karakteri vardır, Roxana, beni olduğum gibi kabul etsin diye diretir. Başkalarının yardımı, sözüyle sevilmesini asla kabullenmez. Ve Roxana’nın karşısına olduğu gibi çıkmaya karar verir, büyük bir hüsran yaşar.

Çünkü Roxana’ya sadece “seni seviyorum” diyebilir, Roxana ısrar eder: “hadi”, “devam edin lütfen, büyüleyici, sarhoş edici sözlerinizi bekliyorum” der. Christian kekeler, tıkanır, söz bulamaz, yeniden ağzından sadece “seni seviyorum” der. Christian’ın bir cümle dahi kuramadığını gören Roxana’nın hayalleri yıkılır, aşkı biter. Sevdiği adamın bir boka yaramadığını düşünür. Bu dünya güzeli yakışıklı çocuğu hiç umursamaz, “ruhu da güzel olmalıydı” diye inad eder. “Benim tanıdığım Christian soylu, yüce, güzel sözler söyleyebilmeli” der!

Christian, aşkını kaybedeceğini anlayınca Cyrano’nun tavsiyesine istemeden uyar, bir gece, Roxana’nın penceresinin ardında, karanlık içine saklanarak, Cyrano’nun kendi ses tonunu taklit edip Roxana’yı mest etmesine izin vermek istemez, ama, itiş kakış içinde Cyrano, Christian’ı itip kendi rolünü oynar ve Roxana yeniden Christian’a aşık olur…

Christian mağduriyetini kabullenmez. “Beni olduğum gibi sevsin” diye diretir. Yazar, bu romantik idealist tabloda, Christian’ın şahsında insan asaletini çok sağlam resmeder. Çünkü Christian için mağduriyeti kabullenmek tüyler ürpertici bir aşağılanmadır. Bu yüzden asla Cyrano’nun suflörlüğünü kabullenmez. Modern toplum bize şöyle seslenir, mağduriyetini kabullenip, kendinizi acındırın, asla itibar talebinde bulunmayın, isteklerinizi ancak bu şekilde müzakere edebiliriz. Değil gurur, soğukkanlı görünmeniz dahi cezalandırılır. Modern toplum bütün insan yavrularına aynı yıkıcı merhameti gösterir, kendinizi acındırın, ağlayın, zırlayın ki, yardım edelim, der. Çünkü, gururu yıkarsanız öfkeyi de yıkarsınız. Öfke yıkılırsa “kutsal”ı da bertaraf edersiniz. Yani, beş kuruşluk yardım için insan ortadan kaldırılır. Şefkat talep eden, merhamet dilenen bir köpekler sürüsüne döneriz, soylu aşklar artık bizim neyimize!

Christian asla yardım talebinde bulunmaz. İnanılmaz bir sertlikte bir adalet duygusuyla Cyrano’nun karşısına çıkar, “hayır o aslında seni seviyor” diye diretir. Küçücük duygular üzerine düşünün. Küçük korkular, küçücük kuşkular, küçücük telaşlar. Düşünemediğimiz kadar çokturlar ve günboyu yiyip bitirirler bedenimizi. Bize küçük dehşeler hazırlar ve en derindeki “egomuzu” parçalayıverirler. Çünkü, en derindeki sütun, “adalet” duygusudur. Modern toplum bize, yakın, yıkın, menfaatiniz için küçük hileler, yalancılıklar, sahtekarlıklar yapın diye diretir, sebebi, en derindeki “adalet” duygumuzun yıkılıp, onların vahşi iktidarlarını kabullenmemizi sağlarlar. Bir insan ele geçiremeyecek, sahip olamayacak pahasına “adil” davranmalı. Bu yüzden Christian’ın ıstırabından derin zevkler alırız. Christian gibi çok yakışıklı bir gencin birkaç güzel söz beceremiyor diye, “mağdur” düşürülmesi de oyunun inceliğidir, ancak, Christian’ın bu mağduriyeti asla kabullenmeyişiyle, yüksek, asil bir sevgili olarak gözümüzde büyür. Cyrano’yu artık çok daha güç bir vicdan hesaplaşması beklemektedir…

Christian’la Cyrano arasında “hayır o aslında seni seviyor” kavgası ve çekişmesi başlar. Christian savaşta ölene kadar, iki aşık birbirine “hayır o aslında seni seviyor”u ispatlamak peşindedir. Cyrano, Christian savaşta son nefesini verirken ona Roxana’nın aslında kendisini sevdiğini inandırmaya çalışır. Christian bu şüpheyi çözemeden ölür. Son nefesinde dahi Roxana’ya soru üstüne soru sorar, soruların hepsi, güzellik, çirkinlik üzerinedir… Christian son nefesinde Roxana’ya: “Roxana! Korkunç çirkin bir adam olsam yine beni sever misin?” der. Roxana: “Evet” der… Ve biraz sonra Cyrano’ya: “Herşeyi denedim, onun gerçek sevdiği sensin” deyip, ölür!

Gerçek sevgili kim? Yüzü güzel olan mı, ruhu güzel olan mı? Tanrı’nın bu acıklı trajik eşitsizliğine edebiyat bir adalet mekanizması olarak devreye girer bütün kıtalarda! Bütün coğrafyalarda tarihin ilk gününden beri bitmeyen bir meydan savaşı verir edebiyat. Çirkinliğinden endişe duyan çaresiz her sevgiliyi yakıcı sözleriyle silahlandırır.

Edebiyatın en büyük savaşıdır bu. Tabiatın kendisine karşı girişilmiş amansız bir boğuşmadır. Tabiata karşı, tabiatın sert, acı, katı gerçekliğine karşı “sembolizm”i keşfeder. Çünkü sembolizm, bütün eşyanın rengini, fiziki görüntüsünü değiştirir. Tabiatın bütün tasavvurlarına iç dünyamızın rengini verir. Sembolizm, katı, çıplak, acımasız gerçeğe karşı, edebiyatın verdiği isyan hareketidir! Bütün eşyaları, evleri, davranışları, tabiatı, Tanrı’yı, akla gelebilecek herşeyi silbaştan gözden geçirir, edebiyat. İnsanoğlu’nun tabiata karşı en büyük ayaklanmasıdır sembolizm! Fiziki gerçekliği “linç” girişimi! Kabarmış sözlerle, taşkın, kırılgan bir duygu imparatorluğu kurar ve abartılı şarkılarıyla hepimizi içine alır.

Christian, İspanyollara karşı savaşa katıldığı günden beri Cyrano onun adına günaşırı ondan izinsiz Roxana’ya mektuplar yazar. Roxana, mektupların duygusal süslerine, derinliğine dayanamaz ve tası tarağı toplayıp kadın haliyle düşman cephesi içine dalıp, Fransız askerlerinin yanına gelir. Askerler, bir kadının nasıl deli bir cesaretle düşman cephesini aştığına şaşırır. Roxana’ya işte bunu sorarlar. Roxana, bu gücü, Christian’ın yazdığı mektuplardan aldığını söyler. Mektupların duygusal gücü Roxana’ya bir kahraman kuvveti, korkusuzluğu verir. Hiçbir zorlama, dayatma olmadan, incecik ve zarif bir kadını savaşa sürükleyecek denli coşkun bu mektuplar edebiyatındır. Askerler, sert görünümlü cephe içinde, topların, silahların yanıbaşında zarif, nazik bir kadın görünce şaşırır. Roxana’nın dantelasından çok duygulanırlar. Elişi, süslü, kadın işi bu dantelayı askerler fazlasıyla abartır, dantela bir nevi savaşın amacı olur ve dantelayı flamalarına bayrak diye takarlar. Güzel söz, kadın zerafeti, dantela, korkusuzluk ve aşk cesareti, Fransız milli estetiği olur! Roxana’nın dantelası, cephedeki rütbeleri, üniformaları aşıp, savaşa ince bir ruh katar. Romantizm burada had safhadadır. Yazar, kadın dantelasına dahi militarist bir anlam katar, dantela, savaş aygıtının bir parçası olur, çünkü, vatan için ölmekle, aşk için ölmek duyguları 19.yüzyılı sarhoş eden “romantizm”in iki büyük ayağıdır. Vatan sevgisi, bir kadına aşk, içiçedir, işte bütün coğrafyalarda milli bağımsızlık savaşlarını coşturan “milli romantizm” budur!

İşte bu sahneler 1900’lü yıllarda Paris’in kibar kalabalıklarında duygusal infilaklara sebep oldu. Kibirli insanlar, yoksul insanlar bu duygusal patlamalarla Cyrano’nun aşkını kahramanlaştırdıkça, vatanseverlik de büyüdü. Ruhu soylulaştıran bu aşk hikayesiyle edebiyat, büyük kitleler içine girerek tarihinin en büyük kariyerini yaptı. (Türk milli edebiyatında “aşk” ayağı çok eksiktir, kadın yerine, fedakar ana, bacı kahramanlar kullanılmıştır!)

Roxana, gururla, Christian’ın yazdığını sandığı mektupları gösterir: “Bakın üstünde Christian’ın gözyaşları var!”.. Gözyaşları aslında Cyrano’nundur. Cyrano ayrıca, Christian adına son bir veda, aşk mektubu yazmıştır. Roxana, Christian’ın kalbi üzerindeki kanlı mektubu ebediyyen kalbi üstünde taşır. Üstünde Cyrano’nun gözyaşı, Christian’ın kanı bulunan mektup, bir muska, bir büyü gibi, Roxana’nın kalp ağrısını ebediyyen dindirmeye çalışacaktır!

Oyunun son perdesi, onbeş yıl sonra bir manastır bahçesinde geçer. Cyrano onbeş yıl boyunca, kalbinde sakladığı aşkı Roxana’ya hiç söylemez. Roxana, Christian’ın yazdığını sandığı kanlı mektubu onbeş yıl aralıksız göğsü üstünde taşır. Cyrano, her cumartesi iki eli kanda olsa Roxana’yı düzenli ziyaret eder.

Cyrano, burjuvaları eleştiren, budalaları affetmeyen, zehirli iğneleriyle herkesi sokmaktan yorulmayan yaşlı bir gazetecidir. Herkes çekinir, korkar Cyrano’dan. Kılıcının karşısına kimse çıkamaz, ama ölmesi için dua edilir. Bu acımasız, eleştirileriyle Cyrano, yoksulluğa, yalnızlığa itilir, bir tavan arasında sefil bir hayata gömülür. Söylediği sözlerin onuru için kimseden yardım aklının ucuna bile gelmez. Açlıktan ölür, nükteli, iğneli sözlerinden vazgeçmez.

Roxana’yı ziyaret edeceği bir cumartesi günü, manastıra ilk defa geç gelir, çünkü, karşısına kılıcıyla çıkamayan rakipleri bir suikast düzenler, Cyrano’nun kafasına kalas düşürürler. Cyrano yaralıdır. Ölmek üzeredir. Roxana ölmekte olduğunu bilmez.

Son sahne. Manastırın bahçesi. Bir sonbahar günü. Roxana yine gergef işlemekte. Akşam olmakta. Yapraklar, Roxana’nın gergefi üzerine düşmekte!

Bu son sahne, edebiyatın yerkürede düzenlediği en güçlü, en duygulu çatışmalarla doludur, ağlamamak, hüngür hüngür hıçkırmamak mümkün değildir. Bu son sahnede her replik, her cümle, kanlı bir mermi gibidir, üstelik akşamdır, üstelik bir sonbahar günüdür.

Cyrano, gergefin üzerine düşen sonbahar yaprağını görür ve sahne başlar, ilk cümlesi: “yapraklar”…

Yine mi o yapraklar.. Yaprakların onbeş yıldır Roxana’nın gergefinin üzerine düşmesi Cyrano’yu delirtmektedir, bütün oyun. Cyrano’nun bütün duygusal atmosferi bu tek cümlede özetlenir: “Yapraklar”…

Yapraklar, yapraklar, yapraklar! Bu eşsiz, manyak romantiği bir ömür boyu kudurtmuş ve tedavi etmiştir. Şimdi, aynı yapraklar, kalbine yine mermi gibi girmekte. Oyun kaçyüz bin kez sahneye konursa konsun, Cyrano’nun “yapraklar” deyişiyle salon patlaya patlaya hıçkırıklara gömülür. Oyunun en güçlü repliği tek kelimedir: “Yapraklar!”… “Yapraklar” deyişiyle, Cyrano kendini kaybeder. Bundan sonrası artık tufandır. Sevgilinin ağzından çıkacak her söz patlamaya hazır mayın gibidir…

Gergefin üzerine düşen her yaprak Cyrano’nun nefesini darlaştırır, boğar, ölümünü hazırlar! Roxana, binlerce kez çıkartıp okuduğu kalbinin üstünde gözyaşı ve kan lekeli Christian’ın mektubunu bir kez daha okumak ister. Mektubu bu kez ilk defa okumak için Cyrano ister. Cyrano yaralı ve cançekişmekte. Hava mektubu okuyamayacak kadar kararmıştır. Ancak, mektup, satırı satırına Cyrano’nun ezberindedir.

Cyrano akşam karanlığında mektubu okur ve Roxana karanlıkta nasıl okuduğuna şaşırır, bağırarak yerinden kalkar: “Bu mektupları yazan sendin…”

Cyrano son nefesinde yakayı ele vermiştir.

Roxana hayıflanarak, bunca yıl neden söylemedin diyerek delilenir ve mektubun üstündeki gözyaşlarını gösterir: “Bu gözyaşları senin… Benim gerçek sevdiğim sendin!”…

Cyrano, eliyle mektubun üstündeki kanı göstererek: “Ama, kan, onun kanı!”…

Bu aşk kimin? Gözyaşını döken mi, kan dökenin mi? Edebiyat, namus, şeref, derin bir bilgelikle bu büyük soruyu ortaya atarak Cyrano’yu yere düşürür. Yaraların ve soruların en büyüğüdür bu. Gözyaşı döken benim mi bu aşk, kan döken sizin mi? Bu toprak, bu sevgili kimin?

Ülkenizi soyuyorlar, halkınızı öldürüyorlar, bu kanın sahibi kimse aşkına sahip çıksın! Çünkü Cyrano, aşkı Roxana’yı, onun için kan döken Christian’a ebediyyen teslim etmiş, Roxana’ya dokunmamıştır! Kanı dökene, ömür boyu, derin bir saygı duymuş ve ebediyyen susmuştur. Hiçbir güzel sözün, hiçbir soylu duygunun, Christian’ın döktüğü kan kadar kutsal olamayacağını bilir. Bu büyük romantiğin gözyaşları, güzel sözleri ve soyluluğu artık hiç işe yaramaz! Çünkü kan, “onun kanı!”

Bu kan sizin kanınız, edebiyat sadece, yapraklar ve gözyaşlarıyla dolu bir çağrıdır! Edebiyatın, edebiyatçının “haysiyeti” budur!

Cyrano sendeleyerek ayağa kalkar, son nefesini vermekte. Arkadaşı, ölmekte olduğunu anlar ve ona: “Ay ışığı seni götürmeye geldi” der. Bu çılgın romantiği bu dünyadan ay ışığından başka kim götürebilir. Cyrano “mehtaba” döner. Elinde kılıcı, yanında sevgilisi ve karanlık ormanların üstünde mehtap!

Ay ışığına döner.. Tanrı’ya kılıcını gösterip: “Bu (kılıç) benim!” der. Bu kılıcı, şerefiyle taşıdığını… artık ölmekte olanın kendisi değil, Tanrı’ya armağan edeceği, işte bu boyun eğmemiş, bükülmemiş “kılıçtır”… Lekesiz, tertemiz, gururunun abidesi, kılıcı!.. Tanrı’ya, mehtaba, ay ışığına, kılıcını uzatır!

Roxana, ölmekte olan Cyrano’yu yerde, başından sarar, Cyrano’nun ağzından Roxana’ya karşı, son cümlesi dökülür: “gururum!”.. Perde, oyun biter…

Roxana’ya aşkım demez, sevgilim demez, ona, “gururum” der…

Tanrı’nın cezası o korkunç çirkin burnu aşabilmek ve burjuvaların alaylarına karşı koyabilmek için, bu kadar yüksek, bu kadar soylu ve erişilmez bu gurura ihtiyacı vardı!

Aşkı için değil, gururu için yaşadı!

Hayatın anlamı, hayatın tadı, hayatın gayesi, bu zehirli iğneleyici sözler, bu ölümüne düellolar, bu sefilliği pahasına vazgeçmeyişi, bu başkaldırısı, bu bitmeyen isyanı. İnsan olmanın asaleti, bu “gurur” için!..

Ders bitti. Kalk ve doğrul, genç yazar! Dışarda ipini koparmış rüzgar. Cyrano bir hayalperest miydi? Bırak kendini sokağa. Bırak, hayallerini rüzgarlar oysun. Yazar yaprakları çok mu abarttı? Bırak kendini yapraklara. Yapraklar kılıç ucu gibi kalbine dokunsun. Cyrano son sahnede öldü mü? Öldü mü genç yazar… Peki neden bu kılıç hala elimizde, bu kılıç şakırtıları hala beynimizde!

http://ephe09.blogcu.com/cyrano-de-bergerec-tan-istemem-eksik-olsun-tiradi/15658890

VE YİNE

” – Ne yapmak gerek peki?
Sağlam bir arka mı bulmalıyım?
Onu mu bellemeliyim?
Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
İstemem!
Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?
Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,
Taklalar mı atmalıyım?
İstemem! Eksik olsun!
Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret!
Eksik olsun!
Ciğeri beş para etmezlere mi “yetenekli” demeli?
Eleştiriden mi çekinmeli?
“Adım Mercuré dergisinde geçse” diye mi sayıklamalı?
İstemem!
İstemem! Eksik olsun!
Korkmak, tükenmek, bitmek…
Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
İstemem! Eksik olsun!
İstemem! Eksik olsun!
Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek…
Tek başına…
Özgür olmak…
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak…
Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak…
Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak…
Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
İsteyince Ay’a bile gidebilmek.
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?

– Dök içindeki öfkeyi dostum. Ama saklama benden seni sevmediğini.
– Sus… ”

Cyrano De Bergerac’tan… Unutulmaz “İstemem eksik olsun” tiradı.
Edmond Rostand

CEVAP VER

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.