Kudüs bizim oldu mu, peki ya Anadolu’nun Ahmed’i?

0
1006

¨Suriye, Filistin ve Hicaz’da: ‘Türk müsünüz? Sorusunun bir çok kereler cevabı ‘Estağfirullah!’ idi.  Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi.¨

Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı adlı kitabında: ¨Almanlar, Büyük Savaş’ta Türkiye’ye kendi teğmenlerinin adını koymuşlardı: Enverland!¨ diyecekti. Evet Almanlar gerçekten teğmenlerini bulmuşlardı. Başkomutan Vekili Enver Paşa’ydı. Enver Paşa, Osmanlı Devleti’nde tek adam oldu. Öyle bir tek adam ki, Almanlar Osmanlı İmparatorluğu’na ¨Enverland¨ yani ¨Enver’in Ülkesi¨ diyeceklerdi. Türkiye’ye malzeme taşıyan vagonlara ¨Enverland’a Gider¨ yazılacaktı.

Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı’nın Allahaısmarladık bölümünde: ¨Artık Şam’dan ayrılıyorum… Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüs’süz, Şam’sız, Lübnan’sız, Beyrut’suz ve Haleb’siz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız… Anadolu hepimize hınçla, güvensizlikle ve şüpheyle bakıyor. Yüzbinlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz.¨

Falih Rıfkı Atay devam ediyor: ¨İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene: ‘Benim Ahmed’i gördünüz mü?’ diyor. Hangi Ahmed’i, yüz bin Ahmed’in hangisini? Yırtık basmanın altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun tersini gösteriyor. ‘Bu tarafa gitmişti’, diyor. ‘Ahmedi’mi gördün mü?’ Hayır… Hiç birimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü.  Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat, biz Ahmed’i kumarda kaybettik.¨

Birinci Dünya Savaşı’nda, Anadolu’nun çektiği sıkıntıları, ıstırapları bu denli mükemmel anlatan başka bir örnek var mıdır, Zeytindağı gibi? Bilinmez…

Evet, ıssız ve sahipsiz Anadolu’nun çaresiz anaları işte böyle ağlıyorlardı. Onlar yokluklar, fakirlikler içinde büyüttükleri ve vatan için askere yolladıkları Ahmetlerini soruyorlardı. Ahmetler, hiçbir zaman Osmanlı’nın olmayan çöllerinde, kavurucu sıcaklarda yitirilmişti. Anadolu’nun sütü böyle heba edilmişti. Ahmetler, Osmanlı’nın oynadığı kumarda kaybedilmişlerdi.

Peki, Ahmet’in kanının aktığı o topraklar, gerçekten Osmanlı’nın olmuşlar mıydı?  Cevabı Falih Rıfkı Atay versin: ¨…Burası Filistin’dir. Daha aşağıda Lübnan var; Suriye var. Bir yandan Süveyş Kanalı’na, öbür yandan Basra Körfezi’ne kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız! Ben bu büyük imparatorluğun çocuğuyum. Çıplak İsa, Nâsıra’da marangoz çırağı idi. Zeytindağı’nın üstünden geçtiği zaman, altında kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kağıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor.¨

Falih Rıfkı Atay, itiraflarını sürdürüyordu: ¨Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz… Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar her şey Arapların veya başka devletlerin… Yalnız jandarma bizim idi. Jandarma bile değil, jandarmanın esvabı. Osmanlı saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap yahut yarı Arap’tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rasgeliyordum… Osmanlı İmparatorluğunda bütün azınlıklar imtiyazlı oldukları için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi. Bir Kürt inzibat çavuşunun kütüğünden gelen Abdurrahman Paşa, dedesi ve babası vergi çaldığı için zengin, Araplaşmış olduğu için de meclis üyesi idi. Bu Abdurrahman Paşa, kendi toprağının tamamını ancak harita üstünde görmüştür.¨

Atay, şu noktaya dikkat çekiyor: ¨Suriye, Filistin ve Hicaz’da: ‘Türk müsünüz? Sorusunun bir çok kereler cevabı ‘Estağfirullah!’ idi.  Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu. Kudüs’ün en güzel yapısı Almanların, ikinci güzel yapısı yine onların, en büyük yapısı Rusların, bütün öteki binalar İngilizlerin, Fransızların hep başka milletlerin idi. Gür sakallı baharat kokan Dürziler, saçları örgülü Yahudiler, entarili Araplar, hepsi Türk ordusu kanala doğru giderken, dar Suriye ve Filistin kıtasında iki safa ayrılmış: ‘Geç yiğidim geç!’ diyordu. Bir avuç Türk bütün kıtayı tuttu. Koskoca çölü, yapı ve bahçelerle donattık.¨

Falih Rıfkı Atay, feryat ediyordu:  ¨Geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi de kaybetmiştik. Fakat her yere: ‘bizim’ diyorduk. Şam evimiz kadar bizim. Lübnan bahçemiz kadar bizim… Ve kendimizi otelciye, lokantacıya, hatta posta memuruna anlatmak için yavaş yavaş Arapça öğreniyorduk. İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı İmparatorluğu, Trakya’dan Erzurum’a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.¨

Osmanlı Devleti’nin son yıllarını mükemmel bir şekilde anlatan Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı’nda böyle diyordu. Bu geniş coğrafyaya yayılmış toprakların elden çıkmasını önlemek uğruna bazıları hayallerine, ihtiraslarına yenildi. Bilgisizlikler, hayaller, ihtiraslar, nankörlükler, hainlikler zinciri…

 

Özet Kaynakça:

Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Bateş, İstanbul, 2003.

Naim Babüroğlu, Kemalyeri, Asi Kitap, İstanbul, 2017.

Murat Bardakçı, Enver, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2015.

Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, III, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1970.

Kaynak: Kudüs bizim oldu mu, peki ya Anadolu’nun Ahmed’i? – Naim Babüroğlu

Naim Babüroğlu

CEVAP VER

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.