Tarih kitaplarından gizlenen “dünyanın en büyük azınlığı”

0
893

AYKIRI AKADEMİ – Sebla Kutsal

Azınlık haklarından konuşup dururuz; geçmişleri, gelecekleri, uğradıkları haksızlıklar, göğüs gerdikleri zulümler… Peki, “azınlık” dediğimiz nedir? Açıkçası, sosyologların üzerinde uzlaştıkları tek bir azınlık tanımı yok. Ayrıca, tek bir azınlık çeşidi de bulunmuyor.

Değişik azınlık tanımlarının kesiştiği ortak nokta; bu şekilde nitelendirilen toplulukların bazı özelliklerinden (farklılıklarından) ötürü toplumda adaletsiz muameleye ve ayrımcılığa maruz kalmaları… Öte yandan, bazı sosyologlara göre, azınlıkların illa sayıca “az” olmaları gerekmiyor, başka bir deyişle “azımsanmaları” yeterli bir koşul. İşte bu açıdan bakınca, yüksek sesle haykırmak geliyor içimden; dünyanın en büyük azınlığı kadınlardır!

Diğer azınlıklar gibi kadınlara da tarih kitaplarında yer verilmez, iktidarda söz sahibi olamazlar, son derece bilinçli politikalarla “yok” sayılırlar. Çok farklı kültür ve coğrafyalardan olmalarına ve dünya nüfusunun yarısını oluşturmalarına rağmen yüzyıllarca böylesi bir ayrımcılığa karşı topyekûn bir savaşa girişerek, oyun değiştirici bir zafer elde edememeleri ise durumun vehametinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir… Derin, sistematik ve sinsi hamlelerle yavaşlatılır kararlı adımları. Kadının kadınla el ele vererek ayağa kalkması güçleşir, hatta gün gelir, ataerkil söylemin en kuvvetli dili kadınlar-anneler olur.

Kadının hür iradesi aleyhine işleyen mekanizmalar, kadına yöneltilen silahlar; din, siyaset, sözlü gelenekler, hatta bilim gibi dünyanın gelmiş geçmiş en fazla manipülasyon gücüne sahip yapılarıdır. Ve işin ilginç yanı, kadın düşmanlığının sağı solu da belli değildir… Azınlık hakları için kıyasıya mücadele veren solcular, söz konusu kadın hakları olunca, sağcılar kadar göstere göstere olmasa da, kadının yanında değil karşısında yer alabilir.

 

‘Kadınlar hep vardı’

Kadının sol gelenekte bile görünmez oluşunu, tarihte yer bulamayışını gözler önüne seren en güncel çalışmalardan biri olan ‘Kadınlar Hep Vardı – Türkiye Solundan Kadın Portreleri’ isimli kitap kısa süre önce okurla buluştu. Sosyolog Feryal Saygılıgil’in derlediği, Mari Beyleryan’dan Sevim Belli’ye Türkiye solundan kadın portrelerini bir araya getiren kitapta bu topraklarda yaşamış, Türkiye’nin sosyalist tarihine damga vurduğu halde pek görülmemiş hatta çoğunlukla yok sayılmış belli başlı kadınların yaşam hikayeleri aktarılıyor. Kadın araştırmacıların farklı kuşaktan sosyalist kadınlar üzerindeki çalışmalarının toplandığı bu kitap, biyografi yazımında feminist yöntemin uygulanma biçimleri üzerine de çarpıcı örnekler içeriyor.

Avrupalı tarihçi hemcinsleri gibi “tarihin kadınları pek sevmediğini” eserleriyle dile getiren Türkiye’nin solcu kadın aydınlarının bir kısmını bizlere tekrar hatırlatan Feryal Saygılıgil ve kitaba Şirin Cemgil biyografisiyle katkıda bulunan Necla Akgökçe, Aykırı Akademi’nin sorularını yanıtladı.

 

Feryal Saygılıgil: Tarihi erkekler üretir, kadınlar sessiz figüranlardır

Böyle bir kitap hayata geçirme fikri nasıl doğdu? Kitapta yer alan kadınların seçimini neye göre gerçekleştirdiniz?

Bu kitabın çıkmasına vesile olan daha önce yayınlanan ‘Türkiye Solundan Portreler’ kitabında Behice Boran dışında kadın olmaması idi… Oysa Türkiye solunda başka kadınların da olduğunu biliyorduk.  Kitapta yer alan portreler bu konuda emek vermiş olan kadınların çalıştığı isimler. Yeni portreler üzerinde çalışmaya, kadınların da bir tarihi olduğunun altını çizerek tarih anlatısının kurgusunu değiştirmeye devam etmek gerek.

Türkiye’nin sosyalist tarihinde bile kadınların “görünmez” olmasını nasıl açıklıyorsunuz?

Belirli olayların, tarihlerin, hikâyelerin tarih anlatısı içinde yer alması bilinçli bir seçimdir.  Sözlü geleneğin yazılıya aktarım sürecinde, bu seçimde dışarıda bırakılanlar ise çoğunlukla kadınlardır. Yıllar boyunca tarih erkeklerin ürettiği bir disiplin olagelmiştir. Bu anlatının içindeki kadınlar ise sessiz figüranlardır. Tarihin yeniden yazılması cinsiyet ilişkilerinin olduğu kadar iktidar ilişkilerinin de yeniden keşfedilmesi demek. İktidarın sorgulanması, iktidarı oluşturan süreçlerin kavranması, toplumsal olarak kurulan cinsler arası farklılıklara dayanan gölge olguların, “toplumsal cinsiyet” rollerinin ne biçimde evrildiğinin açığa çıkarılmasıyla anlaşılabilir. İktidar kendi söylemini oluştururken neleri unutturmak ya da dışarıda bırakmak istediğine dikkat etmek gerekir. Çünkü verilenin dışında kalanlar yeni kapılar açar, olanaklar sunar. Ezberi bozmak özgürlük alanını genişletir.

Kitap çalışması sırasında, biyografileri aktarılan bu isimler arasında size çok “dokunan” hangisiydi?

Bütün kadınların öykülerinin ayrı bir değeri olmakla birlikte, özellikle Mari Beyleryan’ın yaşam öyküsü derinden etkiledi beni. Beyrut’dan elde edilen arşiv belgelerinden yararlanıldı yazarken. Öyküsü sürpriz olsun okurlar açısından. Athina Gaitanou-Gianniou’da Atina ulusal arşivlerinden yararlanılarak kaleme alınan Türkiye’nin Sosyalist tarihi açısından bilinmedik isimlerden. Esasında bütün yazarlar kazı çalışması yaptılar yaşam öykülerini yazabilmek için. Örneğin, Hazal Halavut Yaşar Nezihe’nin bine yakın şiirini inceleyerek onlar üzerinden

metnini oluşturdu. Necla Akgökçe, Şirin Cemgil’in otobiyografisinin feminist okumasını yaptı. Zehra Kosova’yı Sevda Karaca sözlü tarih çalışması yaparak ve yazılanlar ışığında yazdı. Fatma Nudiye için Hollanda Ulusal Arşivi’nden yararlanıldı.

Bu hikâyeler sizi sonuç olarak nereye götürüyor?

Kadınlar işçi oldular, hayatta kalma mücadelesi verdiler, hayatları yoksulluk içinde geçti, sevdiklerini kaybettiler. Bir yandan dönemin Komünist Partilerine üye oldular. Sınıfı savundular, sınıf mücadelesi için gazeteler çıkardılar, sınıfın muharriri, örgütçüsü, sendikacısı oldular, hapse girdiler. Fatma Nudiye, Zehra Kosova, Sabiha Sertel, Suat Derviş, Sevim Belli… Yolları ya partiyle olan ilişkileri ya hapishane arkadaşlığı ya da unutamadıkları Tan gazetesi yangını üzerinden kesişti. Sosyalist mücadele içinde kendi birikimleri, kendi kimlikleri, kendi seçimleriyle var oldular. Ama çoğu kez ünlü sosyalistlerin karıları olarak geçtiler erkekler tarafından yazılan resmi tarihe ve alternatif olma iddiasındaki tarih kitaplarına. Bu kadınların hikâyelerini okuyup cesaretlerini, direngenliklerini fark edince patriyarkanın her daim farklı biçimlerde de olsa varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Kadın mücadelesi açısından çok yol alındığı belirginleşiyor. Hikâyeler umudumuzu çoğaltıyor, vazgeçmemizi kulağımıza fısıldıyor.

Feryal Saygılıgil & Necla Akgökçe

Necla Akgökçe: Şubat ayında 28 günde 30 kadın öldürüldü

Geçmişin cesur kadınlarını tanıyoruz kitapta… Peki, günümüzde hızla artan kadın cinayetlerinden cinsiyetçi söylemlerin en yüksek makamlarca dile getirilmesine değin yaşanan akıl almaz durumu düşününce; bugünün kadınları ne durumda sizce?

Kadın cinayeti AKP iktidarı döneminde ciddi bir biçimde tırmandı. Bunda elbette, iktidardaki erkeklerin, kadınları vatandaş olarak değil de, asli görevi erkeklere çocuk doğurması ve onların bakım işlerini yönetmesi gereken bir “şey” olarak görmesinin büyük payı var. Üç çocuk doğurun, kadınların sokakta bulunması iyi bir şey değildir, kadın erkek eşitliği yoktur, hamile kadın sokağa çıkmamalıdır biçimindeki ideolojik bombardıman, erkek egemenliğinin zaten gelişkin olduğu Türkiye toplumunda, erkekleri iyice cesaretlendirdi. Bu yıl 28 gün çeken Şubat ayında 30 kadın öldürüldü. Bu korkunç bir rakam… Çevremiz, kadına haddini bildirmek için dolaşan, erkeklikleri tavan yapmış erkeklerle dolu. Ve bunlar ceza almıyor. Bu “aşırı erkeklik” ortamı, aynı zamanda şiddeti, cinsel tacizi, koca dayağını da körüklüyor. Evler zaten cehennem gibiydi pek çok kadın açısından, şimdi erkekler sadece evlerinde değil, sokakta da tanımadıkları kadınlara şiddet uygulamaya başladı.

Tüm bunlara karşın sürdürülen kadın hakları mücadelesinin neresindeyiz?

Türkiye’de kadınlar, yasalar karşısında kadınların durumunu iyileştirmek için yıllardır uğraşıyorlar. Medeni Kanun’dan TCK’ya kadar kadına yönelik şiddet konusunda önemli değişikliklerin yapılmasını sağladılar, fakat son dönemlerde “kışkırtılan erkeklik”, hukuk sisteminde yaşanan alt üst oluşlar, kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konusunun savsaklanmasına yol açtı. AKP bir yandan kadın istihdamını artıracağız derken diğer yandan kadın istihdamını artıracak çocuk bakım hizmetlerini çalışan kadının sırtına yüklüyor. Kreşleri, emzirme odalarını kapattırıp, pilot projelerle, kadınların bir bölümünü ev içi bakım hizmetlerine yönlendiriyor. Kadın istihdamı güvenceli ve uzun süreli olmaktan çıkartılıyor. Ülkemizde genç işsizliği yüzde 22’lere tırmanırken genç kadın işsizliği yüzde 28’leri geçiyor. Son dönemde erken yaşta evlilik sayısı da ciddi oranda yükseldi. İyi tarafından bakacak olursak, Türkiye’de kadınlar arasında kadına yönelik şiddet konusunda farkındalık da arttı. Özellikle büyük şehirlerde kadınlar artık, neyin şiddet neyin cinsel taciz olduğunu biliyor, ona göre tutum takınıyor, ses çıkarıyorlar. Ses çıkardıkça, kamuoyunun dikkatini çekiyor, başka kadınlar için örnek oluşturuyorlar. Kısacası, daha fazla ses çıkarmaya devam etmemiz gerekiyor.

 

‘Kadınlar Hep Vardı – Türkiye Solundan Kadın Portreleri’

Kitapta yer alan portreler: Mari Beyleryan, Zabel Yesayan, Athina Gaitanou-Gianniou, Yaşar Nezihe, Sabiha Sertel, Suat Derviş, Fatma Nudiye Yalçı, Zehra Kosova, Sevim Belli, Sevgi Soysal, Leylâ Erbil, Şirin Cemgil.

Kitaba katkıda Bulunanlar: Anna Vakali, Aynur Soydan-Erdemir, Beyhan Uygun-Aytemiz, Canan Özcan, Esen Özdemir, Feryal Saygılıgil, Hazal Halavut, Kayuş Çalıkman Gavrilof, Melike Koçak, Nacide Berber, Narin Bağdatlı, Necla Akgökçe, Sevda Karaca, Ürün Şen-Sönmez.