Türk Dizilerinde Yaratılan Kadın Figürü

Türk Dizilerinde Yaratılan Kadın Figürü

0
3774

Diziler elbette  birer kurgu ve çeşitli konulara, karakterlere ev sahipliği yaparak gündelik yaşamın dışında veya içinde bir çok konuyu ekranlara taşıyorlar. Dizileri normal şartlar altında “kötü etkiliyor”, “iyi örnek değil” diye karalamak doğru olmaz çünkü dizilerin kamu spotu olarak yayınlanmadıkları aşikar fakat ülkemizde son yıllarda yayınlanan dizilerin yarattığı cinsiyetçilik algısını da göz ardı etmek imkansız. Dizilerin bu sorunlu toplumsal düzeni desteklemesi yerine,  daha modern bir yapıyla karşımıza çıkabilecekleri taraftarıyım. Kitlelere bu kadar kolay ulaşan, büyük bir izleyici topluluğuna sahip dizilerin topluma verdiği mesajlar konusunda da önemli bir rolü var.

Birçok dizide kadının hayatındaki erkeğe boyun eğmesinin normalleştiği, ataerkil toplum düzeni içinde haddini bilmesi gerektiğine dair sinyaller almak mümkün. Durum böyleyken tepkisiz kalıp susmak, hele ki kadınların susması, yine en çok kadınları zedeler hatta öldürür. Susmak öldürüyor işte bu kadar basit. Bir nebze feminist çerçeveden hayata bakmadıkça, ataerkilliğin neredeyse padişahlık düzeyinde lanse edildiği dizilere her gün bir yenisi eklendikçe toplumdaki kadın figürü de giderek daha çok eziliyor. Zaten oldukça bilinçsiz bir çoğunluktan oluşan, sözde eşit ama hali hazırda çok da eşit ve hür olamayan cinsiyetlere bir darbe daha vurulmuş oluyor. Çok acı bir şekilde bu durum içselleştiriliyor. Bir değil, iki değil. Her geçen gün bu alt mesajlara sahip dizilere bir yenisi ekleniyor. Ekranlarda şiddetin, mağduriyetin dozu azalmıyor, aksine bir çığ gibi artarak çoğalıyor.

1

Bir kaç kez televizyon izleyerek bile, yalnızca dizilerde de değil tüm yayın kuşağı incelendiğinde, kadın figürünün nasıl ele alındığı, ne tür kalıplara sokulduğunu görmek oldukça kolay.

Türk dizilerindeki bu rahatsız edici tutumu incelediğimde; her zaman iki uç noktada iki ayrı kadın figürü olduğunu görüyorum: Maddi özgürlükleri olan, kendi yolunu kendi çizebilen, kimseye boyun eğmeyecek gibi duran bir kadın figürü ve bunun karşısında her zaman daha mağdur, hayatın her getirisine boyun eğen bir tipleme. Kültürlü, donanımlı, ne istediğini bilen kadınlar fesat ve kötü karakterlerle karşımıza çıkıyor. Empoze edilmek istenen fikrin temelinde, bir kadının başarılı, varlıklı, okumuş olması onu maddi durumu olmayan, eğitimsizse mutlaka çok iyi kalplidir düşüncesi yatıyor. İzlediğim hemen hemen hiçbir yerli dizide kendi maddi, manevi, cinsel özgürlüğüne sahip olan kadın sevilen ya da sevdirilmek istenen karakteri oynamıyor. Oynarsa da hemen toplumun ahlaki değerlerine (!) uygun olmadığına dair bir yığın eleştiriye maruz kalıyor zaten.

Dizilerdeki ahlak muhakemesi her nedense kadının üzerinden sonuna kadar yapılabiliyor. Eleştirilerin ardı arkası kesilmiyor. Bunun karşısında da giderek normalmiş gibi lanse edilen ama tamamen erkeğin hüküm kurduğu kuma, metres, çok eşlilik gibi konular üst düzey bir saygınlıkla ekranlarımıza taşınıyor. Kadınların yalnızca bir erkek uğruna her şeyinden vazgeçmesi, elinin tersiyle imkanlarını reddetmesi, bir erkek için kadının kadına karşı verdiği savaş çok yaygın kullanılan bir tema.

Small businesswoman

 

Bir örnekle desteklemem gerekirse: Şu anda yayınlanmakta olan “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisinde sevilen bir karakter olan başroldeki Hızır karakteri hem saygın duruşuyla hem de “bey efendiliği” ve “delikanlılığı” ile takdir topluyor. Sabah karısına “seni seviyorum” diyip akşamında metresinin kollarına koşan hatta ondan da bir çocuk yapan, “seni de seviyorum” diyen takdire şayan bir beyefendilik örneği. Her iki sahne de son derece duygusal ve ikisini de sevebileceğini kabul ettiren bir üslupla işleniyor. İzleyicinin, adamın ikisini de gerçekten çok sevdiğine ve onun çok iyi biri olduğuna inanarak izleyeceği şekilde kurgulanıyor her şey. Kadın imajı ise karşımıza öyle ezik bir şekilde çıkıyor ki sonuna kadar haklı olabilecek bir konumda olan eş, “seviyorum” kelimesinin ardına olağan bir şekilde yerleştirilerek kocasının hadsizlikleri meşru kılınıyor. Boyun eğmesi, sesini kesmesi ve haddini bilmesi gerektiği sinyalleri sık sık veriliyor. Ana karakter Hızır’ın aslında bakılınca ideale uygun güzel bir ailesi, iki de çocuğu var. Üstelik akıllara işlenmiş olan güzel kadın modelini oldukça karşılayabilen güzel ve alımlı bir eşi var. Hem onu seviyor hem de gayrimeşru doğacak olan bebeğinin annesini, sevgilisini seviyor. Adamın annesi bile dizide gelinini hiçe sayıyor, oğlunu pohpohluyor ve oğlunun metresinin hamileliği son buldu sandığında ise günlerce dualar okuyor, yaslar tutuyor. Tüm bunları yine esas gelini ve torunlarının gözleri önünde yapıyor.

Bu örneğin dizilerde kadının kadını yerdiği ve her koşulda erkeği yücelttiğine dair çok net ve güncel bir örnek olduğunu söyleyebilirim. Ne kadar iyi bir yapım olursa olsun, izlerken bu durum bilinçli olan bir kitleyi rahatsız ediyor olmalı. Rahatsız olmayanları ise bir raddede kendi yaptıklarını içselleştirme olarak algılayabiliriz diye düşünüyorum. Ne yazık ki kadınların fazlasıyla ezildiği bir toplumda yaşıyoruz. Kadına fiziksel, psikolojik şiddetin bu denli fazla olduğu ve ne yazık ki giderek daha da artan toplumumuzda, ben yapımcıların da biraz daha dikkatli olması taraftarıyım. Belki de bu tarz yapımlar hali hazırdaki düzeni besleyen ve daha kolay kabul görebilen, rahatsızlık uyandırmayan yapımlar olarak görülüyor olabilir.

Güncel bir başka örnek olan “Evli ve Öfkeli” adlı dizi ise hepsi aldatılmış olan ana karakterlerden oluşuyor. Tabii ki hepsi “kadın”. Aldatılan, mağdur görmeye alıştığımız figürlerin kadın olması şaşırtıcı bir durum değil zaten artık. Bu kadınların ihanet karşısındaki tepkilerini komedi yoluyla izliyoruz. Bu dizide en çok dikkatimi çeken nokta ise ihanete en net tepki koyan karakterin çok “erkeksi” bir yapısı olması. Yani bir kadın yalnızca bir kadın olarak kendini savunma yetisine sahip olamıyor mu, anlamak zor. Direnebilen, güçlü bir imajı olması için illa ki kocasıyla “Ne iş abi?”, “Bana bak abicim” gibi maskülen, sokak ağzıyla konuşan bir erkeksilik ardına mı saklanması gerekir? Bir kadın tepki koyarken bile, tepki vermenin erkeksi bir durum olduğu mesajı verilmekte.

2

Ekranlara taşınan ataerkilliğin bir diğer boyutu ise bir çok yönüyle eleştirilere maruz kalan “Muhteşem Yüzyıl”  gibi tarihi diziler. İhtişamlı sarayın iç dünyasında yaşanan aşk ve entrikaların yansıdığı bu dizilerde harem neredeyse ana tema denilebilir. Kadınların sultana kendini beğendirme yarışında izlediği politikalar, kadının kadını hiçe sayması, hanedana erkek evlat doğurmak gibi elzem konular her bölüm altı çizilerek işlendiğinden dolayı günümüzde de var olan ataerkil toplum düzenine hizmet eden yapımlar. İçinde bulunduğumuz toplumsal düzene sanki tarihsel sürecin getirdiği olağan bir durum şeklinde bakmamıza yol açıyor.

Ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitsizliği göz önüne alındığında, bu duruma bir darbenin de dizilerden gelmesi ve bu sistemin beslenmesi sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Dizilerde çok net ayrımcı cinsiyet rollerine yer verilmesinden ziyade cinsiyetlere mal edilen roller olmadan da keyifli bir televizyon ekranı oluşturulabilir. Hiçbir sorunun temelinde doğrudan diziler yatıyor olmasa bile dolaylı yoldan verilen mesajlar, çizilen roller konusunda daha dikkatli olunabilir ve olunmalıdır.