Yirmi Birinci Yüzyıl faşizmi küresel kapitalizmin krizini çözebilir mi?

0
1065

Yirmi Birinci Yüzyıl faşizmi küresel kapitalizmin krizini çözebilir mi? – William Robinson

ABD Başkanı Donald Trump, geçen Mart ayında kendisinin planladığı ve ABD-Meksika sınırını kapsayan ulusal bir acil durum ilanını savunmasında, “Polisin desteğini, ordunun desteğini, Trump’ın Bisikletçilerinin desteğini aldığımı söyleyebilirim” dedi. “Güçlü insanlara sahibim, ancak belirli bir noktaya gelene kadar sert oynamadılar, sonra çok kötü olurdu.”

Devlet şiddetini muhaliflerine karşı kullanma tehdidi, kimse açısından görünmez olmamalı. Her şeyden önce ABD’deki Trumpizm’in sembolize ettiği neo-faşist, otoriter ve sağcı popülist parti ve hareketlerin dünya çapındaki artan etkisi, faşizmin yeniden yükselişe geçip geçmediği konusunda bir tartışma fırtınası yarattı.

Faşizm, ister klasik yirminci yüzyıl formunda, ister 21. yüzyıl neo-faşizminin muhtemel varyasyonları biçiminde olsun, 1930’lardaki ve 2008’deki finansal erimeyle başlayan faşizm gibi, kapitalist krize özel bir tepkidir.

Küresel kapitalizm, kapitalist egemenliğin genel krizine doğru yaklaşan, meşruiyet veya hegemonyaya ait zorlu bir yapısal boyut, aşırı birikim ve politik bir uzanım içeren organik bir krizle karşı karşıya.

Küresel kapitalizmin bu eşi benzeri görülmemiş krizi, bir yandan direnişçi sol güçler ve halk güçleri arasında, bir yandan da uç çizgileri açıkça faşist eğilimler olan aşırı sağcı bir isyancı kesim arasında dünya genelinde keskin bir kutuplaşma ile sonuçlandı. Faşizmin sınıf niteliği, 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda da aynı kaldı –sermayeyi bu organik krizden kurtarma projesi– ancak dünya kapitalizminin ve dünya kapitalizminin krizinin kendine özgü tarihsel karakteri, şu anda, önceki yüzyıldan büyük ölçüde farklı.

Küresel Kapitalizmin Krizi ve Küresel Polis Devleti

Sermaye, 1970’lerin yapısal krizine küreselleşerek karşılık verdi; bu, tamamen ulus ötesi olan sermayenin ve küresel olarak bütünleşmiş bir üretim ve finans sisteminin yükselişiyle karakterize edilen dünya kapitalizminin, niteliksel olarak yeni bir ulus ötesi veya küresel bir aşamaya girmesine yol açtı. Yükselen bir ulus ötesi kapitalist sınıf (TCC), kâr elde etmek ve dünya genelindeki sınıfsal ve toplumsal güçlerin ilişkisini kendi lehine değiştirmek için küreselleşerek ulus-devlet kısıtlamalarından kurtulmaya çalıştı.

Küreselleşme 1970’lerin krizini çözmüş olabilir, ancak yeni yüzyılda yeni ve daha derin bir aşırı birikim krizinin koşullarını yarattı. Küreselleşme, sermayeyi ulus devlet düzenlemelerinden ve yeniden bölüşümden kurtarırken, dünya çapında benzeri görülmemiş bir toplumsal kutuplaşma ile sonuçlandı. OXFAM’a göre, 2015 yılında insanların sadece yüzde biri dünyanın servetinin yarısından fazlasına ve en üst gelir düzeyindeki yüzde 20’si bu servetin yüzde 94,5’ine sahipken, yüzde 80’i sadece yüzde 4,5’ine sahipti.

Gezegenin zenginliğinin azınlığın elindeki bu aşırı yoğunlaşması ve çoğunluğun hızlı bir biçimde yoksullaştırılması ve mülksüzleştirilmesi, TCC’nin biriktirdiği muazzam miktardaki artığı boşaltmak için verimli pazarlar bulamadığı anlamına gelmekte. Büyük Durgunluk, kârlı yeniden yatırım için pazar bulamayan birikmiş sermayeyi ifade eden derin bir yapısal aşırı birikim krizinin başlangıcına işaret etmişti.

Neoliberal devletler, durgunluk karşısında birikimi sürdürmek için son yıllarda birbiriyle ilişkili birkaç mekanizmaya yöneldi. Bunlardan biri borca dayalı büyümedir. Bununla yakından ilişkili olan ikincisi, kemer sıkma, kurtarma, kurumsal sübvansiyonlar ve hükümetlerin çalışanlardan doğrudan ve dolaylı olarak TCC’ye servet aktarmaları yoluyla gerçekleşen bütçe açığına dayalı devlet harcamaları yoluyla kamu maliyesinin yeniden yapılandırılmasıdır. Üçüncüsü, finansal spekülasyonların artmasıdır. Dördüncüsü, şu anda kapitalist küreselleşmenin öncüsü olan ve tüm küresel ekonominin dijitalleşmesini tetikleyen aşırı değerlenmiş teknoloji sektöründeki devam eden yatırım dalgalarıdır.

Ancak bu mekanizmaların hiçbiri uzun vadede aşırı birikim -ve meşruiyet- krizini çözemez. TCC ve bunların politik aktörlerinin çoğu, krizin, tabandan kontrol edilemez bir isyana yol açacağından korkmakta. Eşi görülmemiş küresel eşitsizlikler ancak daha da baskıcı ve yaygın toplumsal kontrol ve baskı sistemleriyle sürdürülebilir. Sistemin toplumsal kontrole olan politik ihtiyacı ve birikimi devam ettirme yönündeki ekonomik ihtiyacı etrafında bir yakınlaşma mevcut.

TCC, birikim aracı olarak savaş, çatışma ve baskıdan kazanılmış bir çıkar edindi. Küresel polis devleti, yönetici gruplar tarafından, küresel işçi sınıfının ve artık insanlığın gerçekleşmiş ve potansiyel isyanını baskı altında tutmak üzere teşvik edilen her zamankinden daha geniş kitlesel toplumsal kontrol, baskı ve savaş sistemlerini ifade eder. Fakat aynı zamanda bu, küresel ekonominin, bu savaş, toplumsal kontrol ve baskı sistemlerini, durgunluğa rağmen kâr elde etmek ve sermaye biriktirmeye devam etmek için geliştirme ve kullanmaya nasıl git gide daha fazla dayandığına işaret ediyor –bunu, militarize edilmiş birikim ya da baskı yoluyla birikim olarak adlandırıyorum.

Uyuşturucu ve terörizme yönelik düzmece savaşlar, göçmenler, mülteciler ve çeteler (ve daha genel olarak yoksul, koyu tenli ve genç işçi sınıfı) için ilan edilmemiş savaşlar, sınır duvarlarının ve göçmen gözaltı merkezlerinin inşası, hapishane-sanayi komplekslerinin yayılması, sınır dışı etme rejimleri ve polis, ordu ve diğer güvenlik aygıtlarının genişletilmesi, devlet tarafından organize edilen kâr elde etme faaliyetlerinin başlıca kaynaklarıdır.

TCC ve emrinde bulunan devlet aygıtları, ekonomik aşırı birikimin krizini çözmeyi ve bu krizin politik koşullarını, yani sistemi yıkmayı amaçlayan küresel isyanın ve bu küresel isyan potansiyelinin -henüz gerçekleşmemiş- yayılmasını yönetmeyi denemektedir. Bu nedenle, mevcut kapitalist küreselleşme süreci, yapısal bir savaş dürtüsüne sahiptir. Tarihsel olarak savaşlar, kapitalist sistemi krizden çıkarmış ve aynı zamanda dikkatleri siyasi gerilimlerden ve meşruiyet sorunlarından saptırmaya hizmet etmişlerdir.

Küresel polis devleti ve 21. yüzyıl faşizmi iç içe geçmiş durumdadır. Küresel polis devleti, faşist projelerin yükselişine elverişli koşullar yaratmaktadır.

Yirminci ve Yirmi Birinci Yüzyıl Faşizmi

20. yüzyılda faşizm, gerici siyasi iktidarın ulusal sermayeyle birleşmesini içeriyordu. Buna karşılık 21. yüzyıl faşizmi, ulus ötesi sermayenin devlet içindeki gerici ve baskıcı siyasal güçle birleşmesini içeriyor ve bu, ulus ötesi sermayenin diktatörlüğünün bir ifadesi.

Ayrıca, 1930’larda Almanya, İtalya ve İspanya’da iktidara gelen faşist projelerin yanı sıra başka yerlerde iktidarı kazanmak konusunda başarısız olan projelerin güçlü işçi sınıfını ve sosyalist hareketleri bastırmaya yönelik temel bir hedefi vardı. Ancak Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve başka yerlerde, sol ve örgütlü işçi sınıfı artık tarihsel olarak zayıf bir noktadadır. Durum buyken yirminci yüzyıl faşizmi, küresel bir polis devletinin genişlemesi yoluyla, çalışan sınıflar ve kitlesel direnişin yayılmasına karşı önleyici bir saldırı olarak görünmektedir.

Dahası, küresel polis devleti, merkezi olarak, artık insanlığın zorlayıcı dışlanmasını hedefler. Zorlayıcı dışlama mekanizmalarına kitlesel hapsedilme ve hapishane-sanayi komplekslerinin yayılması, yaygın polislik faaliyetleri, göçmen karşıtı yasalar ve sınır dışı etme rejimleri, ordu ve özel güvenlik güçleri tarafından kontrol edilen kapalı, güvenlikli yaşam alanları ve gettolar ve gelişmiş teknolojiye sahip gözetleme sistemleri, her yerde var olan, genellikle paramilize polislik faaliyetleri, “ölümcül olmayan” kalabalık kontrol yöntemleri ve küresel kapitalizmin mağdurlarını tehlikeli, ahlaksız ve kültürel açıdan yozlaşmış olarak kişiliksizleştirmek amacıyla kültür endüstrilerinin ve devletin ideolojik aygıtlarının seferber edilmesi dâhildir.

21. Yüzyıl Faşizminin Toplumsal Tabanları

Yirminci yüzyıl faşizminin temel toplumsal tabanı orta sınıflar ve küçük burjuvazi idi; yani nüfusun, statülerinin istikrarsızlaşması ve proletarya ordusuna taşınma tehdidini yaşayan önemli bir kısmı.

Nüfusun bu katmanları, 20. yüzyılın ikinci yarısında ve özellikle küreselleşme çağında proleterleşmenin hız kazanmasıyla dünya kapitalizminin merkezlerindeki küçük ceplere dönüştürüldü. Yirmi birinci yüzyılın faşist projeleri, küresel işçi sınıfındaki, yüksek güvensizlik, aşağı doğru hareketlilik endişesi ve sosyoekonomik istikrarsızlaşma yaşayan Küresel Kuzey’deki beyaz işçiler ve Küresel Güney’deki kentsel orta tabakalar gibi tarihsel olarak ayrıcalıklı kesimler arasında kitlesel bir temel oluşturmaya çalışıyor.

20. yüzyıldaki öncülünde olduğu gibi, proje, akut kapitalist kriz zamanında, ABD ve Avrupa’daki göçmen işçiler, Müslümanlar ve mülteciler, Güney Afrika’daki güneyli Afrikalı göçmenler, Hindistan’daki Müslümanlar ve düşük kastlar, Filistin/İsrail’deki Filistinliler veya Brezilya’daki daha koyu tenli ve orantısız bir şekilde yoksullaşan nüfus gibi günah keçisi ilan edilen topluluklara yönelik olan, kitlesel korku ve endişenin yönünü değiştiren psikososyal mekanizmaya dayanıyor.

Aşırı sağcı güçler bunu, bu en savunmasız kesimler için yabancı düşmanlığı, ideolojileri gizemli kılma, idealize edilmiş ve efsanevi bir geçmiş, milenyalizm, savaşı, toplumsal şiddeti ve egemenliği romantikleştiren militarist ve eril bir kültür ve empati yerine küçümsemeden oluşan tutarsız bir repertuar yoluyla yapıyor. Bu neo-faşist çağrıya cevap, bir miktar istikrar ve güvenlik duygusu sağlamak için aşağı doğru hareketliliği ve toplumsal istikrarsızlığı bertaraf etme veya tersine çevirme vaadidir.

Yirmi birinci yüzyıl faşizmi, 20. yüzyıldaki öncülü gibi gerici milliyetçilik ve ırkçılığın şiddetli bir biçimde toksik bir karışımı. Ancak geçtiğimiz yüzyılın ve bu yüzyılın faşist projelerinin konjonktürleri arasında yapılması gereken kritik bir ayrım var. Almanya ve İtalya’da faşizm, ulus-devlet kapitalizminin zirvesinde yükseldi ve bazı gruplara, seçili grupların dışındakilere soykırım yaparken bile, şirket güdümlü düzenlemeler yoluyla işçi sınıfının bir kısmına maddi menfaatler -istihdam ve sosyal ücretler- sağladı. Küreselleşmiş kapitalizmin bu döneminde, Amerika Birleşik Devletleri ya da başka yerlerde bu tür menfaatlerin sağlanma olasılığı çok düşüktür, bu sebeple “faşizmin ücretleri” şimdi tamamen psikolojik görünmektedir.

Bu bağlamda, 21. yüzyıl faşizminin ideolojisi mantıksızlığa dayanıyor -güvenliğin sağlanması ve istikrarın yeniden tesis edilmesine yönelik rasyonel değil duygusal bir vaat. Bu, hakikat ve yalanı birbirinden ayırmayacak ve ayırmaya ihtiyaç duymayacak bir proje. Örneğin Trump rejiminin kamusal popülizm ve milliyetçilik söyleminin gerçek politikalarıyla hiçbir ilgisi yoktu. Trumponomics, ilk yılında kuralsızlaştırma -sosyal harcamalardan devlet tarafından yapılan düzenli kesintiler, refah devletinden arta kalanların ortadan kaldırılması, özelleştirmeler, şirketlere ve zenginlere yapılan vergi indirimleri ve devletin sermayeye yaptığı sübvansiyonlarının genişletilmesi, kısaca, steroidlerde neoliberalizm- uyguladı.

Alman ulusal sermayesinin faşist devletle bu birleşiminden keskin bir biçimde ayrılan Trumpizm, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ve dünya çapındaki) ulus ötesi sermaye için kâr elde etme yönünde uçsuz bucaksız yeni fırsatlar yaratmaya çalıştı. Trump Beyaz Saray, dünyanın dört bir yanındaki ulus ötesi yatırımcılara, dünyanın herhangi bir yerinde onların desteğiyle faaliyet gösteren gruplara menfaat sağlayacak azalan oranlı bir vergi reformu, benzeri görülmemiş bir kuralsızlaştırma ve bazı sınırlı gümrük tarifesi duvarları ile ikna ederek ABD’ye yatırım yapma çağrısında bulundu.

Son olarak, 20. yüzyıl faşizmi ve şimdi herhangi bir 21. yüzyıl faşizmi için olmazsa olmaz koşul, dünyada gördüğümüz şekliyle faşist hareketlerin sivil toplumda yayılmaları ve devlet içindeki gerici siyasal güçle bir noktada birleşmeleridir. Yirmi birinci yüzyıl faşizmi ve küresel polis devleti, sivil toplumdaki aşırı sağ, otoriter ve neo-faşist güçler, devlet içindeki gerici ve baskıcı siyasal güç ve ulus ötesi kurumsal sermaye üçgenini kapsamaktadır.

Trumpizm ve Yirmi Birinci Yüzyıl Faşizmi

Amerika Birleşik Devletleri’nde faşist hareketler, Cumhuriyetçi Parti’nin sağ kanadı aracılığıyla sivil toplumda ve siyasal sistemde yüzyılın başından itibaren büyük bir hızla yayıldı. Trump, beyaz ırkçılar, beyaz milliyetçiler, milisler, neo-Naziler ve Klanlardan, Yemin Muhafızları, Patriot Hareketi, Hristiyan köktendinciler ve göçmen karşıtı yasa dışı kanun uygulayıcılarına kadar farklı neo-faşist güçleri harekete geçirebilecek ve teşvik edebilecek karizmatik bir figür olduğunu kanıtladı.

Bu gruplar Trump Beyaz Saray’da, devlette ve ülke genelindeki yerel yönetimlerde yer edindikçe, onlarca yıldır görülmemiş olan bir düzeyde melezleşme başladı. Paramilitarizm bu örgütlerin çoğunda yayıldı ve devletin baskıcı kurumlarıyla birleşti.

Küresel kapitalizmin krizine karşı Trumpizm ve diğer aşırı sağcı tepkiler, kapitalist küreselleşmenin istikrarsızlaştırıcı koşulları altında devlet meşruiyetini yeniden tesis etme yönündeki tutarsız girişimlerdir.

Ulus devletler, ülkelerinde ulus ötesi sermaye birikimini teşvik etme ihtiyacı ile politik meşruiyet kazanma ihtiyacı ikilemiyle karşı karşıyadır. Sonuç olarak, dünyadaki tüm devletler, meşruiyet konusunda, kelimenin tam anlamıyla çelişkili veya tutarsız unsurlarında şizofrenik görünen, şaşırtıcı ve görünüşte çelişkili bir kriz yönetimi politikası oluşturan sarmal krizler deneyimliyor.

Bu şizofrenik kriz yönetimi, neoliberalizmi teşvik ederken bile milliyetçilik ve korumacılık söylemini destekleyen aşırı sağ ve neo-faşist güçlerin yeniden dirilişini de açıklamaya yardımcı oluyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde TCC, Trump’ın neoliberal politikalarından memnun, ancak küstah, soytarı benzeri tavırları ve neo-faşist siyasi eğilimlerine karşıdır.

Ünlü “savaş, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir” sözünün sahibi Prusyalı askeri stratejist Carl von Clausewitz’den değiştirerek alıntılayacak olursak, Trumpizm ve değişen derecelerde dünyadaki diğer aşırı sağcı hareketler, kapitalist küreselleşmenin, genişleyen küresel polis devleti ve neo-faşist bir seferberlik olarak adlandırılan başka araçlarla sürdürülmesidir.

Yine de Trump’ın popülizmi ve korumacılığının bir politika içeriği yoktur; bu, neredeyse tamamen semboliktir – bu nedenle, tutucu “duvar inşa et” söyleminin önemi, devletin çok az maddi rüşvet verebileceği veya rüşvet vermeyebileceği bir toplumsal tabanı sürdürmek açısından sembolik olarak zorunludur.

Küreselleşme sürecinden çekilme çağrısı olan 2016 Brexit referandumunun ve Avrupa genelinde sağcı popülist hareketlerin yükselişinin de gösterdiği üzere, halk, çalışan sınıflar ve seçkinlerin daha ulusal yönelimli kesimleri ile sağcı popülistler arasında kapitalist küreselleşmeye karşı gerçekten de artan bir tepki mevcut. Ancak sivil toplumdaki neo-faşist gruplar, kendi başlarına, bir sistem olarak faşizm ile eş anlamlı değil. Faşizmin ortaya çıkması için bu gruplar, sermaye ve devletle kaynaşmalıdır, fakat TCC’nin ekonomik milliyetçilikten herhangi bir çıkarı bulunmamaktadır.

Küresel kapitalizmin krizinden faşist bir sonuç çıkması kaçınılmaz değildir. Faşist bir projenin uyuşmazlığı yönetip yönetmemesi, toplumsal ve siyasal güçler arasındaki mücadelenin önümüzdeki yıllarda nasıl gelişeceğine bağlıdır. Küresel polis devletine ve 21. yüzyıl faşizmine karşı mücadelenin başarılı olması için faşizme karşı birleşik bir cephe inşa etmemiz gerekiyor. Ancak, geniş çaplı herhangi bir antifaşist ittifak stratejisinin, küresel kapitalizmin ve onun krizinin yeniden canlandırılmış bir Marksist eleştirisini, 21. yüzyıl faşizminin muhtemel toplumsal temellerine karşı başarı kazanabilecek özgürleştirici bir işçi sınıfı politikasına bir rehber olarak ön plana çıkarması gerekiyor.

[Bu metin urpe.wordpress.com’daki orijinalinden Türkçe’ye Ekin Değirmenci tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]

ALINTI;
www.politikyol.com/haftanin-cevirisi-yirmi-birinci-yuzyil-fasizmi-kuresel-kapitalizmin-krizini-cozebilir-mi-william-robinson/?utm_source=ReviveOldPost&utm_medium

CEVAP VER

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.