Çalışma hakkı Anayasal güvence altında ama milyonlarca işsiz var. Üstelik onlar iş aramadıkları için değil, iş bulamadıkları için çalışmıyorlar.
Ulusal yasalar ve uluslararası sözleşmelerle güvence altında alınmış sendikalaşma hakkı var. Ama her yüz işçiden sadece 13’ü bir sendikaya üye, onların da sadece 6’sı üye olduğu sendikanın imzaladığı bir toplu iş sözleşmesiyle çalışıyor. Sendikaya üye olduğu için işten atılan işçiler, Cargill’de olduğu gibi, İstanbul’un göbeğindeki plazanın önünde taşın üstüne serdikleri kartonun üzerinde uyuyor.
Sigortasız, kayıt dışı işçi çalıştırmak yasadışı faaliyet. Bu yasağa uymayan şirketler için yüklü cezalar öngörülüyor. Ancak ülkede kayıt dışı işçi oranı tarımda yüzde 80, sanayide yüzde 20’lerin altına neredeyse hiç inmiyor. Üstelik bu rakamı her ay devletin resmi makamları “istatistik” olarak kamuoyuna açıklıyor.
Durumun Türkiye’ye özgü olduğunu düşünen, hadi Amerika Birleşik Devletleri’nin sayıları yarım milyonu aşmış evsizlerini “kadı kızındaki kusur” sayarak hesaba katmasın, ama kırmızı ışık yandığında mutlaka durulan demokrasi beşiği Avrupa’nın merkez ülkelerindeki işsizlik rakamlarına, sendikalaşma oranlarına ve göçmen işçilerin çalışma koşullarına kısa bir internet turu ile göz atsın yeter.
En gelişmişinden en az gelişmişine, kuralın içine kuralsızlığın yerleştiği düzenin adıdır kapitalizm. İnsan için değil, patron için kural konur, onun için kural delinir. İstisnası bulunmuyor, rasyonalite aramanın yeri olmuyor.
Biz dönelim Türkiye’ye…
Her gün, kuralların patronlar için delindiği yeni bir örnekle karşılaşıyoruz. Bunlardan biri şu sıralar özel sağlık kuruluşlarında yaşanıyor. Özellikle diş kliniklerinde ücretle çalışan diş hekimlerinden serbest meslek makbuzu çıkarmaları isteniyor. Klinik patronu bu sayede çalıştırdığı diş hekimlerine ücret değil hizmet satın alma bedeli ödemiş oluyor. Bu bedeli gider gösterip vergiden düşebiliyor, çalışan için SGK primi ödemekten, gelir vergisi, stopaj vb. kesintilerden, kıdem-ihbar gibi tazminat yüklerinden kurtuluyor. Uygulama sadece diş kliniklerinde değil özel hastanelerde ücretli çalışan doktorlar için de uygulanmaya başladı.
Niteliğinden bağımsız, patronun işçiye karşı sorumluluklarının ortadan kaldırılmasında neredeyse ücret dahil artık sınır tanımadıkları anlaşılıyor.
Geçmişte görece iyi kazandıran, nitelikli meslekler patronlar için sınırsız kural delme ayrıcalığı nedeniyle sıradanlaşıyor, bu meslekten işçilerin hakları sürekli geriliyor.
Öğretmenler için de bu durum geçerli. Özellikle özel okul öğretmenleri, dönem sonunda okulda kalıp kalmayacağı belli olmadan derse giren takım elbiseli, tayyörlü işçiler artık. Onlar için kural, her yıl sözleşme yenileyerek çalışmak zorunda bırakılarak deliniyor.
Her sektörden örnek var.
Deneme süresi yasada iki ayla sınırlandırılmışken, Türkiye’nin en büyük fabrikalarında işçilere işe girerken imzalatılan belirli süreli sözleşmelerle bu süre 11 aya kadar uzatılıyor. Üstelik üç vardiya seri imalatın olduğu bu fabrikalarda 11 aylık geçici herhangi bir iş bulunmuyor.
Ya da adıyla sanıyla bilinen onca “kurumsal” şirket çalışanların sigorta primlerini asgari ücretten yatırıyor örneğin. Bankaya asgari ücret, zarfın içinde asgari ücretin fazlası. Patron için daha az SGK primi, daha az vergi…
Üstünde İBB tişörtü, elinde süpürge parklarda çalışan Suriyeli veya Afgan işçileri fark etmeniz için onlara biraz daha dikkatli bakın. Biraz sohbet etmeye çabalarsanız, hayatta kalmaya yetecek kadar öğrenebildikleri yarım yamalak Türkçeleriyle size bırakın sigortayı, ülkede bile kayıtlarının olmadığını anlatacaklardır.
Sermaye sınıfı defteri kapattı, bu düzende artık güvenli tek bir iş yok. Biraz iyileşme için bile değiştirmek için örgütlenmekten başka çıkar yol yok.
Alpaslan Savaş